TRAFİK KAZASINDAN SONRA ARAÇTA MEYDANA GELEN DEĞER KAYBI İÇİN AÇILACAK DAVALARIN BELİRSİZ ALACAK DAVASI OLARAK AÇILABİLECEĞİNE İLİŞKİN YARGITAY HUKUK GENEL KURULU VE YARGITAY 17. HUKUK DAİRESİNİN KARARI (Akhisar Avukat Trafik Kazası Değer Kaybı Tazminat)
YARGITAY
HUKUK GENEL KURULU
Esas Numarası: 2017/1099
Karar Numarası: 2019/460
Karar Tarihi: 16.04.2019
Aracında Oluşan Değer Kaybının Tahsilini Talep Ettiği – Alacağının Yargılama Aşamasında Alınacak Bir Bilirkişi Raporu İle Belirlenecek Olması Nedeniyle Şimdilik Davanın Belirsiz Alacak Davası Olarak Açıldığının Belirtildiği – Davacının Alacağını Belirsiz Tazminat Alacağı Davasına Konu Ettiği – Aracında Oluşan Değer Kaybının Varlığının ve Miktarının Belirlenebilmesinin, Ancak Yargılama Sırasında Delilerin Toplanıp Değerlendirilmesinden Yani Tahkikatten Sonra Mümkün Olabileceği – Davacının İddia Ettiği Zararın Dava Tarihi İtibariyle Miktar ve Değerinin Tam ve Kesin Olarak Belirleyebilmesinin Davacıdan Beklenemeyeceği – Davacının Davaya Konu Taleplerinin Belirsiz Alacak Davasına Konu Olabilecek Nitelikte Olduğu
KARARIN ÖZÜ: Dava, trafik kazasından kaynaklanan tazminat istemine ilişkindir. İnceleme konusu olay bakımından davacının belirsiz tazminat alacağı davasına konu ettiği; aracında oluşan değer kaybının varlığının ve miktarının belirlenebilmesi, ancak yargılama sırasında delilerin toplanıp değerlendirilmesinden yani HMK ilgili maddesinde belirtildiği gibi tahkikatten sonra mümkün olabilecektir. Bu nedenle davacının iddia ettiği zararın dava tarihi itibariyle miktar ve değerinin tam ve kesin olarak belirleyebilmesinin davacıdan beklenemeyeceği kabul edilmelidir. Belirtilen nedenlerle, davacının davaya konu taleplerinin belirsiz alacak davasına konu olabilecek nitelikte olduğu ve dava tarihi itibariyle zararın miktar ve değerini tam ve kesin olarak belirleyebilmesinin davacıdan beklenemeyeceği anlaşılmakla HMK’nın ilgili maddesine uygun olarak, aradaki hukuki ilişkiyi ve asgari bir miktar veya değeri belirtmek suretiyle dava açabileceği sonucuna varılmıştır.
Taraflar arasında görülen “maddi tazminat” davasından dolayı yapılan sonunda İzmir 9. Asliye Ticaret Mahkemesince davanın reddine dair 21.01.2014 tarihli ve 2013/244 E. 2014/10 K. sayılı karar davacı vekili tarafından temyiz edilmekle, Yargıtay 17. Hukuk Dairesinin 29.05.2014 tarihli ve 2014/7125 E. 2014/8526 K. sayılı kararı ile,
“…Davacı vekili; müvekkilinin maliki olduğu araca davalılardan Yapım İnş Ltd Şti’nin maliki, diğer davalı … Akçabalı’nın sürücü ve diğer davalı … Sigorta AŞ’nin de zorunlu mali mesuliyet sigorta poliçesi ile sigortacısı olduğu aracın 21/04/2013 tarihinde çarpması sonucunda aracında hasar meydana geldiğini, oluşan hasarın 5.928,47.- TL olup, kendi kasko sigortacısı olan … Sigorta AŞ tarafından hasar bedelinin ödendiğini, ancak araçta meydana gelen hasar ve tamirat nedeniyle aracın değer kaybına da uğradığını, bu nedenlerle fazlaya ilişkin haklar saklı kalmak koşuluyla belirsiz alacak davası açtıklarını ileri sürerek şimdilik 1.000,00.- TL’nin davalılardan sürücü ve işleten için olay tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi, davalı sigorta şirketi yönünden ise reeskont faizi ile birlikte müşterek ve müteselsilen tahsiline hükmedilmesine karar verilmesini talep ve dava etmiştir.
Davalılardan H. Sigorta A.Ş vekili; davanın belirsiz alacak davası şeklinde açılamayacağını, davacının gerçek zararının karşılandığını, savunarak davanın reddini istemiştir.
Davalı Y. İnşaat Ltd Şti vekili; davanın belirsiz alacak davası şeklinde açılmayacağını, davacının sigorta şirketine yönelik dava açması gerektiğini savunarak davanın reddini istemiştir.
Davalı … davaya cevap vermemiştir.
Mahkemece iddia, savunma ve tüm dosya kapsamına göre; davacının dava dilekçesinde ve özellikle 10.07.2013 tarihli dilekçesindeki beyanlarında uğradığı zararın kendisi tarafından tam ve kesin olarak belirlendiği, bu konuda dava dışı kasko şirketinin kendisine ödeme yaptığını, ancak “değer kaybına ilişkin” eldeki davayı açtığını, bunun bilirkişi aracılığıyla tespitinin gerekeceğini bu nedenle belirsiz alacak davası açtığını ileri sürmekte ise de; davacının belirttigi teknik uzmanlıkla tespit sorununun HMK 107’de belirtilen “objektif belirsizlik” hali olmadığı,eksper raporu ve kendisine dava dışı kasko şirketinin yaptığı kısmi ödemeyle aracında meydana gelen zararı öğrendiği,bu zarara göre, aracın “değer kaybı” tespitinin mümkün olduğu,davacının alacağının tam ve kesin miktarının belirleyebilmesine rağmen belirsiz alacak davası şeklinde eldeki davayı açmasından hukuki yararının olmadığı gerekçesiyle davanın 6100 sayılı HMK’nun 107, 114/h, 138 maddeleri gereğince hukuki yarar dava şartı yokluğundan reddine karar verilmiş,hüküm davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir.
1-Dosya içerisindeki bilgi ve belgelere, mahkeme kararının gerekçesinde dayanılan delillerin tartışılıp değerlendirilmesinde usul ve yasaya aykırı bir yön bulunmamasına göre davacı vekilinin aşağıdaki bendin kapsamı dışında kalan sair temyiz itirazlarının reddine karar vermek gerekmiştir.
Dava, trafik kazasından kaynaklanan maddi tazminat istemine ilişkindir.
İsviçre ve Alman Hukukunda yer alan “belirsiz alacak davası”, 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu ile Hukukumuza kazandırılmıştır. 6100 sayılı HMK’nin 107/I. maddesi “Davanın açıldığı tarihte alacağın miktarını yahut değerini tam ve kesin olarak belirleyebilmesinin kendisinden beklenemeyeceği veya bunun imkânsız olduğu hâllerde, alacaklı, hukuki ilişkiyi ve asgari bir miktar ya da değeri belirtmek suretiyle belirsiz alacak davası açabilir” hükmünü içermektedir. Madde hükmünden de anlaşıldığı üzere Belirsiz alacak davası davacının, davada talep edeceği miktarı veya değeri tam ve kesin olarak belirleyebilmesinin objektif şekilde imkânsız olması ya da bunun kendisinden beklenememesi halinde mümkündür. Davacı dava tarihinde davanın miktarını tam ve kesin olarak biliyorsa veya bunu bilebilecek durumda ise, belirsiz alacak davası açılamaz.
Sorun, davacının alacağını tam ve kesin olarak belirleyebilecek bir durumda olması halinde alacağının tahsili için kısmi dava açmasının mümkün olup olmadığında toplanmaktadır.
Davacının aynı hukuki ilişkiden kaynaklanan alacağının veya hakkının tümünü değil, belirli bir kısmını talep ederek açtığı davaya kısmi dava denir. Diğer bir ifadeyle, bir alacak hakkında daha fazla miktar için tam dava açma imkanı bulunmasına rağmen, alacağın bir kesimi için açılan davaya kısmi dava denir. Bir davanın kısmi dava olarak nitelendirilebilmesi için, alacağın tümünün aynı hukuki ilişkiden doğmuş olması ve bu alacağın şimdilik bir kısmının dava edilmesi gerekir (Yargıtay HGK 17.10.2012 gün, 2012/9-838 Esas 715 Karar sayılı ilamı, Kuru/Arslan/Yılmaz, Medeni Usul Hukuku, 22. Bası,s.286; Pekcanıtez/Atalay/Özekes, Medeni Usul Hukuku, 12. Bası, s.320).
Kısmi dava, 6100 Sayılı HMK’nın 109. maddesinde düzenlenmiş olup, maddenin 1.fıkrasında “Talep konusunun niteliği itibarıyla bölünebilir olduğu durumlarda, sadece bir kısmı da dava yoluyla ileri sürülebilir” hükmüne, 2.fıkrasında ise; “Talep konusunun miktarı, taraflar arasında tartışmasız veya açıkça belirli ise kısmi dava açılamaz” hükmüne yer verilmiştir. Bu düzenlemelere göre, kısmi dava açılabilmesi için;
a-Talep konusunun niteliği itibariyle bölünebilir olması,
b-Talep konusunun miktarının taraflar arasında tartışmalı bulunması veya açıkça belirli olmaması gerekir.
Şayet, talep konusu taraflar arasında tartışmasız veya açıkça belirlenebilir ise kısmi dava açılamayacaktır. Diğer bir anlatımla; talep konusunun miktarı taraflar arasında “tartışmasız” ise veya taraflar arasında miktar veya parasal tutar bakımından bir tartışma olmakla beraber, tarafların anlaşmasına gerek kalmaksızın, objektif olarak talep konusunun miktarı herkesçe anlaşılabilecek şekilde “belirli” ise, o talep sonucunun sadece bir kısmı dava edilemez. Bu gibi hallerde, kısmi davanın yasaklanmasının sebebi, davacının kısmi dava açmakta hukuki yarar bulunmadığının kabul edilmesidir. Davacının alacağını, küçük parçalara bölüp her biri için ayrı ayrı dava açmasında hukuki yarar değil; aksine, dava hakkının kötüye kullanılması söz konusudur (Pekcanıtez/Atalay/Özekes, Medeni Usul Hukuku, 11.Bası, s.319-320).
Talep konusu açıkça taraflar arasında tartışmalıysa ya da açıkça belirli değilse açılan bir kısmi davada davacının hukuki yararının bulunduğunun kabulü gerekir. Açılmış olan bir kısmi davada alacağın taraflar arasında tartışmalı olup olmadığı ya da açıkça belirli olup olmadığı davalının davaya vereceği cevapla anlaşılabilir. Nihayet hakim, ön inceleme aşamasında bu hususu tespit edebilir. Şayet, davalı davaya cevabında alacağı tartışmalı hale getirmişse artık, açılmış olan kısmi davanın hukuki yarar yokluğu nedeniyle reddedilmeyip işin esası hakkında hüküm kurulması gerekir (Pekcanıtez/Atalay/Özekes, Medeni Usul Hukuku, 11.bası,s.320-321). Somut olayda da; davalı şirket vekili cevap dilekçesinde,somut bir zararın bulunmadığını belirterek davanın reddini istemiştir. Davalı tarafın davaya cevap dilekçesinden de anlaşılmaktadır ki; davacı alacağı taraflar arasında tartışmalı hale gelmiştir. Böyle bir durumda ve yukarda yapılan açıklamalar ışığında, davacının kısmi dava açmakta hukuki yararının olmadığından söz edilemez. Bu sebeple, mahkemece 6100 Sayılı HMK’nın 109/1. maddesi gereği davacının harcını yatırdığı kısım yönünden davaya bakılıp sonuçlandırılması gerekirken, yerinde olmayan gerekçelerle usulden davanın reddine karar verilmiş olması doğru olmamış,kararın bu nedenle bozulması gerekmiştir.
3-Bozma sebep ve şekline göre davacı vekilinin vekalet ücretine yönelik temyiz isteminin şimdilik incelenmesine yer olmadığına…”
gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle yeniden yapılan yargılama sonunda mahkemece önceki kararda direnilmiştir.
HUKUK GENEL KURULU KARARI
Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki belgeler okunduktan sonra gereği görüşüldü:
Dava, trafik kazasından kaynaklanan tazminat istemine ilişkindir.
Davacı vekili, müvekkilinin maliki olduğu … plakalı araca davalılardan Y. İnş Ltd Şti’nin maliki, davalı … Akçabalı’nın sürücüsü ve diğer davalı H. Sigorta A.Ş.’nin de trafik (ZMMS) poliçesi ile sigortacısı olduğu …plakalı aracın 21.04.2013 tarihinde çarpması sonucunda aracında hasar meydana geldiğini, oluşan hasarın 5.928,47TL olup, kendi kasko sigortacısı olan … Sigorta AŞ tarafından hasar bedelinin ödendiğini, ancak araçta meydana gelen hasar ve tamirat nedeniyle aracın değer kaybına uğradığını, bu nedenlerle fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak koşuluyla belirsiz alacak davası açtıklarını, şimdilik 1.000,00TL’nin davalılardan sürücü ve işleten için olay tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi, davalı sigorta şirketi yönünden ise reeskont faizi ile birlikte müşterek ve müteselsilen tahsiline karar verilmesini talep etmiştir.
Davalılardan H. Sigorta A.Ş. vekili, davanın belirsiz alacak davası şeklinde açılamayacağını, davacının gerçek zararının karşılandığını bu nedenlerle davanın reddine karar verilmesini istemiştir.
Davalılardan Y.İnşaat Ltd Şti. vekili, yetkili mahkemenin müvekkilinin ikametgâhı mahkemesi olan Karşıyaka Asliye Ticaret Mahkemesi olması nedeniyle davanın usulden reddinin gerektiğini, diğer yönden davanın belirsiz alacak şeklinde açılmayacağını, davacının sadece sigorta şirketine yönelik dava açması gerektiğini, müvekkiline husumet yöneltilemeyeceğini belirterek davanın reddine karar verilmesini talep etmiştir.
Davalı … yapılan tebligata rağmen davaya cevap vermemiştir.
Yerel Mahkemece; davacının 03.12.2013 tarihli dilekçesi ekindeki eksper raporu ile kendisine dava dışı kasko şirketinin yaptığı kısmi ödemeyle aracında meydana gelen zararı öğrendiği, bu zarara göre, aracın “değer kaybı” tespitinin mümkün olduğu, bunun davacı için belirlenememesinin sadece teknik sorun olup, bu sorunun objektif belirsizlik hâli oluşturmadığından davacının belirsiz alacak davası açmasında hukuki yararının bulunmadığı, 6100 sayılı HMK’nın 114. maddesinin (h) bendi gereğince hukuki yararın dava şartı olduğu da gözetildiğinde dava şartı yokluğu nedeniyle davanın usulden reddine karar verilmiştir.
Davacı vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine karar, Özel Dairece yukarıda başlık bölümünde açıklanan gerekçelerle bozulmuştur.
Mahkemece; önceki gerekçelerle ve özellikle HMK’nın 107. maddesinde belirsiz alacak davasının 109. maddesinde ise kısmi davanın düzenlendiği, her iki dava çeşidinin birbirinden farklı dava türleri olup hüküm ve sonuçlarının da farklı olduğu, bu nedenle birbirinin alternatifi olarak düşünülemeyeceği, kaldı ki davacının hem dava dilekçesinde hem de 09.07.2013 tarihli dilekçesinde açıkça davasının belirsizlik alacak davası olduğuna dair beyanda bulunduğu, böyle olunca eldeki davanın kısmi dava olarak açıldığı kabul edilerek yargılamaya devam olunmasının mümkün bulunmadığı vurgulanarak önceki kararda direnilmiştir.
Direnme hükmü davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir.
Direnme yoluyla Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; trafik kazası sonucu araçta oluşan değer kaybı alacağının belirsiz alacak olup olmadığı, burada varılacak sonuca göre davacının eldeki davayı belirsiz alacak davası olarak açmakta hukuki yararının bulunup bulunmadığı; alacağın belirlenebilir olduğunun kabul edilmesi hâlinde belirsiz alacak davası olarak açılmış olan davaya kısmi dava olarak bakılıp bakılamayacağı noktalarında toplanmaktadır.
Direnme kararını davacı vekili temyiz etmiştir.
Uyuşmazlığın çözümü için öncelikle belirsiz alacak davasının hukuki niteliğinin açıklanmasında yarar bulunmaktadır.
01.10.2011 tarihinde yürürlüğe giren 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 107. maddesiyle, mülga 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nda yer almayan yeni bir dava türü olarak belirsiz alacak ve tespit davası kabul edilmiştir.
6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 107. maddesinde yer alan,
“1-Davanın açıldığı tarihte alacağın miktarını yahut değerini tam ve kesin olarak belirleyebilmesinin kendisinden beklenemeyeceği veya bunun imkânsız olduğu hâllerde, alacaklı, hukuki ilişkiyi ve asgari bir miktar ya da değeri belirtmek suretiyle belirsiz alacak davası açabilir.
2-Karşı tarafın verdiği bilgi veya tahkikat sonucu alacağın miktarı veya değerinin tam ve kesin olarak belirlenebilmesinin mümkün olduğu anda davacı, iddianın genişletilmesi yasağına tabi olmaksızın davanın başında belirtmiş olduğu talebini artırabilir.
3-Ayrıca, kısmi eda davasının açılabildiği hâllerde, tespit davası da açılabilir ve bu durumda hukuki yararın var olduğu kabul edilir.” şeklindeki hüküm ile belirsiz alacak davası düzenlenmiştir.
Hükümet tasarısında yer almayan bu madde, Türkiye Büyük Millet Meclisi Adalet Komisyonu tarafından esasen baştan miktar veya değeri tam tespit edilemeyen bir alacakla ilgili hak arama durumunda olan kişinin, hukuk sisteminde karşılaştığı güçlüklerin bertaraf edilerek hak arama özgürlüğü çerçevesinde mümkün olduğunca en geniş şekilde korunmasının sağlanması gerekçesi ile ihdas edilmiş ve kanunlaşmıştır.
Bu Kanun hükmünün pratik sonucu özellikle tazminat davalarında görülecek; dava tarihinde (hesap güçlüğü ya da zarar verici durumun gelişmekte olması dolayısıyla) zararının miktarını tespit edemeyen davacı, davasını küçük bir tutarla açarak, daha sonra (zarar tutarını belirlemek mümkün hâle gelince), ıslah yoluna başvurmadan talebini artırabilecektir (Kuru B.,/Budak A.C., Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun Getirdiği Başlıca Yenilikler, İstanbul Barosu Dergisi, Cilt 85, Sayı, 2011/5, s. 13).
Davanın belirsiz alacak davası türünde açılabilmesi için, davanın açıldığı tarih itibariyle uyuşmazlığa konu alacağın miktar veya değerinin tam ve kesin olarak davacı tarafça belirlenememesi gereklidir. Miktar veya değeri belirleyememe hâlinin varlığı için davacının gerekli dikkat ve özeni göstermesine rağmen miktar veya değerin belirlenmesinin kendisinden beklenilmemesi durumuna ya da objektif olarak imkânsızlığa dayanması gerekmektedir.
Madde gerekçesinde; “bu davanın kabul edilmesinin artık salt hukuki korumanın ötesine geçilerek “etkin hukukî koruma”nın gündeme gelmiş olmasının da bunu gerektirdiği belirtildiği gibi, hak arama durumunda olan kişi, talepte bulunacağı hukukî ilişkiyi, muhatabını ve bu ilişkiden dolayı talep edeceği miktarı asgarî olarak bilmesine ve tespit edebilmesine rağmen, alacağının tamamını tam olarak tespit edemeyebilecektir. Belirsiz alacak ve tespit davalarına ilişkin hükümlerin mukayeseli hukukta da yer aldığı dikkate alınarak, davanın açıldığı tarihte alacağın miktarını yahut değerini tam ve kesin olarak belirleyebilmesinin kendisinden beklenemeyeceği veya bunun imkânsız olduğu hâllerde, alacaklının, hukukî ilişki ile asgarî bir miktar ya da değer belirterek belirsiz alacak davası açabilmesi kabul edilmiştir. Alacaklının bu tür bir dava açması için, dava açacağı miktar ya da değeri tam ve kesin olarak gerçekten belirlemesi mümkün olmaması ya da bu objektif olarak imkânsız olmalıdır. Belirsiz alacak veya tespit davası açıldıktan sonra, yargılamanın ilerleyen aşamalarında, karşı tarafın verdiği bilgiler ve sunduğu delillerle ya da delillerin incelenmesi ve tahkikat işlemleri sonucu (örneğin, bilirkişi ya da keşif incelemesi sonrası), baştan belirsiz olan alacak belirli hâle gelmişse, davacının, iddianın genişletilmesi yasağına tabi olmaksızın davanın başında belirtmiş olduğu talebini artırabilmesi benimsenmiştir. Miktarı belirsiz alacaklarda zamanaşımının dolmasına çok kısa sürenin varolduğu hâllerde yalnızca tespit yahut kısmi eda ile birlikte tespit davasının açılabileceği genel olarak kabul edilmektedir. Alacaklı, yalnızca eda davası veya yalnızca tespit davası yahut kısmi eda ile birlikte külli tespit davası açabilme seçeneklerine sahip olduğu, hak-arama özgürlüğünün (Any.m.36, İHAS.m.6) özünde varolan bu seçenekler, yasa veya içtihat yoluyla yasaklanamayacağı, esasen tam veya kısmi olmasına bakılmaksızın her eda davasının temelinde bir külli tespit unsuru bulunduğu, başka deyimle eda hükmünde tertip olunan her durumun arkasında sorumluluk saptanmasını içeren bir zorunlu ön tespit kabulü mevcuttur.” şeklindeki açıklamayla, alacağın belirsiz olup olmadığı ile ilgili olarak bazı kriterler kabul edilmiştir.
Bu kriterler, davanın açıldığı tarihte alacağın miktarını yahut değerini tam ve kesin olarak belirleyebilmesinin;
1-Davacının kendisinden beklenememesi,
2-Bunun olanaksız olması,
3-Açıkça karşı tarafın verdiği bilgi veya tahkikat sonucu alacağın miktarı ve değerinin tam ve kesin olarak belirlenebilmesinin mümkün olması olarak belirtilmektedir.
Belirsiz alacak davasının getirdiği en önemli etkin koruma, usûl ekonomisi ve hak arama özgürlüğüne hizmet etmesi yanında, davacının yüksek yargılama giderlerine katlanma ve dava konusu hakkın zamanaşımına uğrama riskini azaltmasıdır.
Dava konusu edilen alacağın belirli olup olmadığı ile ilgili olarak davanın açıldığı tarihte alacağın miktarının yahut değerinin tam ve kesin olarak belirleyebilmesinin davacıdan beklenememesi kriteri ile açıkça karşı tarafın verdiği bilgi veya tahkikat sonucu alacağın miktar ve değerinin tam ve kesin olarak belirlenebilmesinin mümkün olması kriterini birlikte değerlendirip sonuca gidilmesi gerekir.
Sırf taraflar arasında alacak miktarı bakımından uyuşmazlık bulunması, talep sonucunun belirlenmesinin davacıdan beklenemeyecek olması anlamına gelmez. Önemli olan objektif olarak talep sonucunun belirlenmesinin davacıdan beklenemeyecek olmasıdır. Sadece alacak miktarında taraflar arasında uyuşmazlık bulunması ya da miktarın tartışmalı olmasının belirsiz alacak davası açılması için yeterli sayılması hâlinde, neredeyse tüm davaların belirsiz alacak davası olarak kabulü gerekir ki, bu da kanunun amacına aykırıdır.
Önemli olan davacının talebini belirli kılacak imkâna sahip olup olmadığıdır. Burada, alacağın belirlenebilir olması ile ispat edilebilirliğinin de ayrıca değerlendirilmesi gerektiği unutulmamalıdır. Davacının talep ettiği alacağı belirlemesi objektif olarak mümkün, ancak belirleyebildiği alacağını ispat etmesi, kanunun öngördüğü şekilde (elindeki delillerle) mümkün değilse, burada da belirsiz alacak davası açılacağından söz edilemez. Çünkü bir alacağın belirlenmesi ile onun ispatı ayrı şeylerdir. Davacı, talep konusu yaptığı alacağını çok net şekilde belirleyebilir, ancak her zaman onu ispat edecek durumda olmayabilir. Aksinin kabulü, her ispat güçlüğü olan alacağı belirsiz alacağa dönüştürmek gibi, hem kanunun amacına hem de genel ilkelere aykırı bir durumu ortaya çıkartabilir.
Alacağın miktarının belirlenebilmesinin, tahkikat aşamasında yapılacak delillerin incelenmesi, bilirkişi incelemesi veya keşif gibi sair işlemlerin yapılmasına bağlı olduğu durumlarda da belirsiz alacak davası açılabileceği kabul edilmelidir. Ne var ki, bir davada bilirkişi incelemesine gidilmesi belirsiz alacak davasının açılabilmesi için yeterli değildir. Bir davada bilirkişiye başvurulmasına rağmen davacı dava açarken alacak miktarını belirleyebiliyorsa, belirsiz alacak davası açılamaz.
Kategorik olarak, belirli bir tür davanın veya belirli kişilerin açtığı davaların baştan belirli veya belirsiz alacak davası olduğundan da söz edilemez. Alacağın hangi hâllerde belirsiz, hangi hâllerde belirli veya belirlenebilir olduğu hususunda kesin bir sınıflandırma yapılması mümkün olmayıp, her bir davaya konu alacak bakımından, belirsiz alacak davasına ilişkin ölçütlerin somut olaya uygulanarak, belirleme yapılması gereklidir.
Bu noktada, dava şartları ve dava şartlarından olan hukuki yarar kavramı üzerinde kısaca durulmasında yarar bulunmaktadır.
Dava şartları 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 114-115. maddelerinde düzenlenmiş olup, davanın esası hakkında yargılama yapılabilmesi için varlığı veya yokluğu gerekli olan hâllerdir.
Dava şartlarından biri olmadan açılan dava da, açılmış (var) sayılır, yani derdesttir. Ancak, mahkeme, dava şartlarından birinin bulunmadığını tespit edince, kural olarak davanın esası hakkında inceleme yapamaz; davayı (kural olarak) dava şartı yokluğundan (usulden) reddetmekle yükümlüdür (m. 115/2, c. 1; istisna m. 115/2, c. 1 ve c. 2) (Kuru, B: Medeni Usul Hukuku Ders Kitabı, Legal Yayınevi, 1. Baskı, İstanbul 2015, s.120).
6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 114/1-h bendine göre davacının, dava açmakta hukuki yararının bulunması bir dava şartıdır. Maddenin gerekçesinde; “Burada sözü edilen hukuki yarardan maksat, davacının subjektif hakkına hukuki korunma sağlanması hususunda mahkemeye başvurmasında hâlihazırda hukuken korunmaya değer bir yararın bulunmasıdır. Bir başka ifadeyle, davacı hakkına kavuşmak için, hâli hazırda mahkeme kararına muhtaç konumda değilse onun hukuki yararının bulunduğundan söz etmek mümkün değildir.” şeklinde açıklanmıştır.
Davacının dava açmaktaki yararının hukuki, korunmaya değer, güncel ve dava açıldığı anda var olması gerekmektedir.
Yukarıda açıklanan maddi ve hukuki olgular ışığında somut olay değerlendirildiğinde;
Davacı vekili dava dilekçesinde, trafik kazası nedeniyle aracında oluşan değer kaybının tahsilini talep etmiş, alacağının yargılama aşamasında alınacak bir bilirkişi raporu ile belirlenecek olması nedeniyle şimdilik davanın belirsiz alacak davası olarak açıldığını belirtmiştir.
Dava dilekçesinde talep sonucu olarak, fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak üzere 1.000,00TL belirsiz tazminat alacağının olay tarihinden itibaren reeskont faizi ile birlikte davalılardan tahsili istenmiştir.
Somut olay bakımından davacının belirsiz tazminat alacağı davasına konu ettiği; aracında oluşan değer kaybının varlığının ve miktarının belirlenebilmesi, ancak yargılama sırasında delilerin toplanıp değerlendirilmesinden yani HMK 107/2 maddesinde belirtildiği gibi tahkikatten sonra mümkün olabilecektir. Bir başka anlatımla değer kaybının miktarının tespiti bilirkişi incelemesini gerektirmektedir. Bu nedenle davacının iddia ettiği zararın dava tarihi itibariyle miktar ve değerinin tam ve kesin olarak belirleyebilmesinin davacıdan beklenemeyeceği kabul edilmelidir.
Belirtilen nedenlerle, davacının davaya konu taleplerinin belirsiz alacak davasına konu olabilecek nitelikte olduğu ve dava tarihi itibariyle zararın miktar ve değerini tam ve kesin olarak belirleyebilmesinin davacıdan beklenemeyeceği anlaşılmakla HMK’nın 107. maddesine uygun olarak, aradaki hukuki ilişkiyi ve asgari bir miktar veya değeri belirtmek suretiyle dava açabileceği sonucuna varılmıştır.
Bunun yanı sıra, somut olayda davacının iddia ettiği zararın varlığının ve miktarının tespiti açısından hukuki korunma sağlanması hususunda mahkemeye başvurmasında hâlihazırda korunmaya değer bir yararı bulunmaktadır. Bir başka ifadeyle, davacı hakkına kavuşmak için bir mahkeme kararına muhtaç konumda bulunduğundan, eldeki davayı açmasında hukuki yararı bulunmadığını kabul etmek mümkün değildir.
O hâlde mahkemece davacının aracında değer kaybı bulunup bulunmadığı belirlenmek suretiyle karar verilmesi gerekirken, davacının dava açmakta hukuki yararı olmadığından bahisle istemin reddine karar verilmesi doğru değildir.
Hâl böyle olunca direnme kararı yukarıda açıklanan bu değişik gerekçe ile bozulmalıdır.
SONUÇ: Davacı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile direnme kararının yukarıda açıklanan değişik gerekçe ve nedenlerden dolayı 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanununun geçici 3. maddesine göre uygulanmakta olan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanununun 429. maddesi gereğince BOZULMASINA, istek hâlinde peşin temyiz harcının yatırana iadesine, aynı Kanunun 440. maddesine göre kararın tebliğinden itibaren on beş gün içerisinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere 16.04.2019 tarihinde oy birliği ile karar verildi.
YARGITAY
17. HUKUK DAİRESİ
Esas Numarası: 2015/5109
Karar Numarası: 2015/13030
Karar Tarihi: 30.11.2015
Taraflar arasındaki tazminat davasının yapılan yargılaması sonunda; kararda yazılı nedenlerden dolayı davanın husumet nedeniyle reddine dair verilen hükmün süresi içinde davacı vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine dosya incelendi, gereği düşünüldü:
-K A R A R-
Davacı vekili, müvekkiline ait araca davalı belediyeye ait … plakalı halk otobüsünün çarpması sonucu aracında maddi hasar meydana geldiğini, kazada davalı belediyenin aracının tam kusurlu olduğunu, tespit raporuna göre aracın 15 günde tamir edilebileceğini, 500 TL değer kaybı, günlük 200 TL den 3000 TL işgücü kaybı meydana geldiğini, davacının aracında oluşan değer kaybı ve işgücü kaybının belirsiz alacak davası olarak kaza tarihi itibari ile işleyecek avans faizi ile birlikte davalıdan tahsilini talep etmiştir.
Davalı vekili, dava konusu aracın davalı idare tarafından … A.Ş.’ye 19/11/2013 tarihinde yapılan sözleşme ile işleten sıfatı ile devredildiğini, davayı kabul anlamına gelmemekle birlikte kaza tespit tutanağındaki kusura itiraz ettiklerini beyanla husumet nedeni ile davanın reddini savunmuştur.
Mahkemece, toplanan deliller ve tüm dosya kapsamına göre, davanın husumet nedeniyle reddine, karar verilmiş; hüküm, davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir.
Dava, trafik kazasından kaynaklanan maddi tazminat istemine ilişkindir.
Davalı … ile dava dışı … … Belediyesi Tem. Ulaşım San. Tic. A.Ş. arasında davalıya ait belediye otobüsü güzergah hattının kullanım hakkının kiralanması hususunda kira sözleşmesi yapılmış ise de, sözleşmedeki hukuki sorumluluğa ilişkin özel şart iç ilişkide geçerli olup davalının 3. kişilere karşı sorumluluğu devam etmektedir. Davaya devam edilip sonucuna göre hüküm kurulması gerekirken, davanın husumet nedeniyle reddine karar verilmesi doğru olmayıp bozmayı gerektirmiştir.
SONUÇ: Yukarıda açıklanan nedenlerle davacı vekilinin temyiz isteminin kabulü ile hükmün BOZULMASINA, peşin alınan harcın istek halinde temyiz eden davacıya geri verilmesine 30/11/2015 gününde …’ın karşı oyu ve oyçokluğuyla karar verildi.
(Karşı oy)
Davacı vekili, müvekkiline ait araca davalı belediyeye ait halk otobüsünün çarpması sonucu hasarlandığını, belediyenin tam kusurlu olduğunu, tespit raporuna göre aracın 15 günde tamir edileceğini, 500,00 TL değer kaybı, günlük 250 TL’den 3.000,00 TL çalışamamaktan kaynaklanan iş gücü kaybının meydana geldiğini belirterek bu alacağın belirsiz alacak davası olarak kaza tarihinden itibaren avans faiziyle davalıdan tahsilini talep etmiştir.
Davalı vekili, işleten sıfatının bulunmadığını, kusura itiraz ettiklerini belirtip davanın reddini istemiştir.
Mahkemece husumet nedeniyle davanın reddine karar verilmiş, hüküm davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir.
Yüksek Dairece yapılan incelemede davalıya ait belediye otobüsünün güzergahıhın kullanım hakkının dava dışı … AŞ’ye kiralanması konusunda sözleşme yapılmış ise de, sözleşmedeki hukuki sorumluluğa ilişkin özel şartın iç ilişkide geçerli olup, davalının üçüncü kişilere karşı sorumlu olacağından bahisle kararın bozulduğu görülmüştür.
Dava, trafik kazasından kaynaklanan değer kaybı ve aracın kullanılmamasından kaynaklanan gelire yönelik tazminat davasıdır.
Uyuşmazlık, yukarıda açıklanan değer kaybı ve araç kullanmamaktan kaynaklanan zararın belirsiz alacak davası açılıp açılmayacağı noktasında toplanmaktadır.
6100 Sayılı HMK 1.10.2011 tarihinde yürürlüğe girmiştir.
Medeni Usul Hukukuda talep sonucunun belirli olması ilke olarak benimsenmiştir. Bu benimsemeye göre, talep eden davacının mahkemeden neyi istediğini açıkça ortaya koyması gerekir. Çünkü, HMK gereğince birçok usul hükmünün uygulanması bu talep sonucuna göre belirlenecek, hatta karar bu talep nazara alınarak oluşturulacaktır.
Ancak, 6100 Sayılı HMK yenilik olarak alacağın tam olarak belirlenmesinin imkansız ya da alacaklıdan beklenmeyecek kadar zor olduğu durumlarda, birçok ülkeye ait hukuk sistemlerinde de benimsenen belirsiz alacak ve tesbit davalarını getirmiştir.
Davacının, davanın açıldığı tarihte talep sonucunu veya miktarını tam ve kesin olarak belirleyebilmesinin imkansız veya kendisinden beklenemeyecek bir nitelik taşıması halinde, hukuki olayı açıklamak sureti ile açacağı davaya HMK 107/1 maddesi tanımındaki gibi belirsiz alacak davası denir.
Yasal düzenlemeye göre bu tür davalarda davacının dava konusu yaptığı miktarı, davayı açtığı tarihte tam ve kesin olarak belirleyebilmesinin ya imkansız olması yada kendisinden beklenemeyecek nitelik taşıması gerekir.
Tabii bu belirlemedeki imkansız olma koşulunu HMK 27 ve TMK 2 maddeleri anlamında dürüstlük, doğruluk, makul ve orta zekalı bir insanın göstermesi gereken tüm dikkat ve özenin gösterilmesine rağmen, alacak tutarının tam ve kesin olarak tesbit edememe olarak anlamak gerekmektedir.
Yani davacı alacaklı objektif özen yükümlülüğü çerçevesinde uğradığı zararı bilememelidir.
Bu durumda davanın açıldığı tarihte davacının uğradığı zarar miktar itibarı ile tam ve kesin olarak biliniyor, ya da bilinebilmesi için varlığı gereken tüm unsurlar doğruluk ve güven kuralı gereğince gerekli özen gösterildiğinde tesbit edilebiliyorsa, alacağın belirsiz olduğundan söz etmek mümkün olmayacaktır.
Düzenlemenin yapıldığı HMK 107 maddesinde benimsenen belirsiz alacak davası bir eda davasıdır. Yine düzenlemeye göre yalnız belirsiz alacak davası, yalnız belirsiz tesbit davası ya da kısmi eda davası ile belirsiz tesbit davası açılabilir.
Belirsiz alacak davası ile kısmi dava birbirine benzerlik göstermektedir. Fakat ikisi arasındaki en önemli fark, kısmi davada alacağın bir kısmı dava edilmesi söz konusu iken, belirsiz alacak davasında alacağın tümü dava konusu yapılmaktadır. Ayrıca zamanaşımı def’ini ileri sürülmesi halinde kapsamı, mahkeme masrafları, ihtiyati tedbire ilişkin taleplerin içeriği ve uygulaması, bölünebilirlik durumu, faizin başlangıç tarihleri, fazlaya ilişkin saklı tutulan haklar konusunda farklı düşünceler ve uygulamalar ortaya çıkacaktır.
Belirsiz alacak davalarına konu olabilecek uyuşmazlıklar;
1-Hakimin takdirine göre belirlenebilecek haklar
2-Karşı tarafın sunacağı delillere göre belirlenecek haklar
3-Yargılama aşamasında taraflarca sunulan delillerin toplanmasından sonra belirlenebilecek haklar olarak sayılabilir.
Her üç halde de belirsiz alacak davası açılacağı konusunda bir tereddüt bulunmamaktadır.
Alacak miktarının hakimin takdirine bağlı olarak belirlenebildiği durumlarda, takdirin sonucunun belirlenmesinde çok etkili olması nedeniyle davacının zararı bilebilmesi mümkün olmadığından belirsiz alacak davası açılabilir. Ancak bu husus bile İsviçre Federal Mahkemesinde tartışılmış, İsviçre BK 42 mad/2.fıkrasındaki gibi talep sonucunun belirlenmesinin hakimin takdir yetkisine bırakıldığı durumlarda kanton hukuklarının belirsiz alacak davasını kabul etmeleri gerektiğine karar verilmiştir. Halen Almanya ve İsviçre’de bazı hukukçular farklı aksi görüşlerde ileri sürmektedirler.
İkinci bir belirsiz alacak davasının açılabileceği durum, talebin karşı tarafın 3.kişinin verdiği veya yargılama sırasında verebileceği belge ve bilgilerden sonra belirlenebileceği haldir. Bu durumda daha çok hastane belgeleri ve raporların, ameliyat belgelerinin, faturaların vs gibi belgelerin gerekli olduğu durumlarda söz konusu olabilir. Bu halde belirsiz alacak davası açılabilir.
Son olarak yargılama aşamasında delillerin toplanması sonucunda zararın ne miktar olacağı ve bunun bir bilirkişi incelemesi sonucu kesinleşeceği durumlardır. Bunlarda haksız fiiller ve sebepsiz zenginleşmelerden doğan anlaşmazlıklar olarak sayılabilir.
Ancak bir davada, bilirkişiye başvurulmuş olmasına rağmen dava açma aşamasında davacı, zararının ne kadar olduğunu tam ve kesin olarak belirleyebilecek ise belirsiz olarak davasını açamaz. Yani bir davada bilirkişi incelemesine gidilmesi, tek başına o davayı belirsiz alacak davası olarak açılmasını gerektirmez. Bir kısım basit hesaplar ve araştırma sonucunda alacağın miktarı belirleniyorsa bu davaları ayırmak gerekmektedir. Aksi halde basit bir hesap yapılmasını gerektiren konuda hakimin bilirkişiye başvurduğunu düşünmek o alacağı belirsiz alacak haline gelmesine neden olacaktır. (faiz olacağı hesabı gibi.)
Bu bakımdan belirsiz alacak davası 6100 Sayılı HMK’ya istisnai bir dava türü olarak girmiştir. Aksi düşünce belirsiz alacak davasını genel bir dava, kısmi davayı ise istisnai bir dava haline getirir.
Bu anlamda Dairemizin iş alanı içinde kalan cismani zararlar (yaralamaya dayalı daimi ve geçici işgöremezlik halleri) ile destek tazminatlarının belirsiz alacak davası olarak açılabileceği, bu uygulamanın da birçok hak kaybına engel olacağı ve daha adil ve hakkaniyete uygun kararlarının çıkması yönünden faydalıdır.
Ancak yine Dairemizin görevi içinde kalan araç hasarları, araç değer kayıpları, araç kullanamamaktan kaynaklanan zararlar, kasko tazminatlar gibi dava türlerinde belirsiz alacak davasına konu olamayacağını düşünüyorum.
İsviçre ve Alman Hukukunda bile bir asırı aşkın uygulama yapılmasına rağmen bir çok kıymetli hukukçu tarafından hangi davalar belirsiz alacak davası olur veya olmaz diye tartışmalar yapılmakta olup bu tartışmalar hala devam etmektedir.
Tüm bu açıklamalardan sonra somut olaya gelince; araçda değer kaybına ve kullanmamaktan kaynaklanan zarara ilişkin davada, hasarlanan araç davacıdadır. Hasarlanan
parçalar bellidir, aracın modeli, yaşı, önceki kazaları, değişen parçaları belirli olup, gelişmiş teknoloji karşısında aracın plakasını yazmak suretiyle piyasadaki rayiç 2nci el fiyatı, her yaşa göre hasarlanmanın özelliği nazara alınarak değer kaybının ne kadar olduğunu, kaç günde onarılabileceğini veya aynı aracın kaç günde yeniden satın alınabileceğini, onarım süresinde ikame aracın kiralama miktarının ne kadar olabileceğini davacının bilmemesi mümkün değildir. Basit bir araştırma ile tüm bu bilgilere ulaşabilir. Üstelik sigorta davada taraf ise zaten temerrüt için önceden bir başvuru yapılması gerekip, sigortanın da orada olaya ilişkin bir eksper çalışması yaptıracağından, karşı taraftan alınması gerekli ilgi ve belgelerde davacı için söz konusu değildir. Tüm bilgi ve belgeler ve hasarlı araç davacı elinde olması karşısında davacı için alacağın miktar ve değerinin belirsiz olduğundan söz etmek mümkün olmayacaktır.
O nedenle davacının bu anlamda aracında değer kaybından ve 15 gün süre ile kullanamamasından dolayı kaynaklanan zararının belirsiz alacak davası olarak açması yargılamada, hukuk önünde karşılıklı taraf olarak bulunan ve mutlak surette eşit davranılması gereken davacı ve davalı taraf yönünden, usul hukukunun önemli ilkelerinden biri olan tarafların silahlarının eşitliği ilkesini zedeleyeceğinden mahkemece verilen kararın HMK 114 ve 115.maddeleri gereğince hukuki menfaat yokluğuna dayalı dava şartı yokluğu nedeniyle davanın reddine karar verilmesi gerektiği görüşünde olduğundan, sayın çoğunluğun gerekçe nedeniyle redde yönelik kararın bozulması görüşüne katılmıyorum.
TRAFİK KAZASI ARAÇ DEĞER KAYBI DAVASI – TRAFİK KAZASI DAVALARI TAZMİNAT AVUKATI – ARAÇ HASAR TAZMİNATI DAVALARI -ÖLÜMLÜ TRAFİK KAZALARI TAZMİNAT DAVALARI –
Avukat Ali SAYIM – Akhisar Avukat -Manisa Avukat – Soma Avukat -Kırkağaç Avukat -Gördes Avukat