0

BOŞANMA DAVASINDAN SONRA AÇILAN NAFAKA VE TAZMİNAT DAVASI – AKHİSAR AVUKAT ALİ SAYIM

AKHİSAR AVUKAT / AKHİSAR BOŞANMA AVUKATI / AKHİSAR BOŞANMA TAZMİNAT DAVASI / TAZMİNAT AVUKATI

BOŞANMA DAVASINDAN BAĞIMSIZ NAFAKA VE TAZMİNAT DAVASI – BOŞANMAYA SEBEP OLAN OLAYLARA YÖNELİK KUSUR DURUMUNUN KESİN DELİL KABUL EDİLEREK TARAFLARIN BOŞANMALARINA ESAS KARARDA YER ALAN KUSUR BELİRLEMESİ GÖZETİLMEK SURETİYLE BİR KARAR VERİLMESİ GEREKMEKTEDİR.

KARARIN ÖZETİ: Somut olaya gelindiğinde; kadın eş aleyhine erkek eş tarafından Avusturya Cumhuriyeti Floridsdorf Bölge Mahkemesi’nde boşanma davası açıldığı, hükmün Viyana Bölge Adliye Mahkemesince yapılan temyiz incelemesi ile 13.12.2011 tarihine kesinleşerek tarafların boşanmalarına karar verildiği, sözü edilen mahkeme kararları ile boşanmaya sebep olan olaylarda kadın eşin kusursuz, erkek eşin ise evlilik dışı bir ilişkisi olmasından dolayı, eşini evden dışarı attığı ve birlik görevlerini yerine getirmemesi şeklinde gerçekleştirdiği kusurlu davranışlarıyla tam kusurlu olduğunun belirlendiği, tarafların boşanmalarına esas yabancı mahkeme kararı için Kırşehir Aile Mahkemesinin 2012/467 E. ve 2013/162 K. sayılı kararı ile tanıma kararı verildiği bu kararın 29.03.2013 tarihinde kesinleştiği, davacının bu tarihten sonra eldeki davayı TMK’nın 178. maddesi uyarınca 08.11.2013 tarihinde yasal süresi içerisinde açtığı ve davalıdan TMK’nın 174/1-2 ve 175. maddelerine göre maddi-manevi tazminat ve yoksulluk nafakası talep ettiği, hâl böyle olunca, yabancı mahkeme kararının tanınmasıyla birlikte boşanmaya sebep olan olaylara yönelik kusur durumunun kesin delil kabul edilerek, tarafların boşanmalarına esas kararda yer alan kusur belirlemesi gözetilmek suretiyle bir karar verilmesi gerekirken, davanın reddine karar verilmesi bozmayı gerektirmiştir.


(4721 S. K. m. 166, 174, 175, 178, 181, 202, 281) (5718 S. K. m. 38, 50, 54, 58, 59) (6100 S. K. m. 303) (YİBK 10.02.2012 T. 2010/1 E. 2012/1 K.) (YİBK 22.01.1988 T. 1986/5 E. 1988/1 K.) (YİBK 24.12.2014 T. 2014/17-1656 E. 2014/1099 K.)

1. Taraflar arasındaki “bağımsız nafaka ve tazminat” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda, Kırşehir Aile Mahkemesince verilen davanın reddine ilişkin karar, davacı vekilinin temyizi üzerine Yargıtay 2. Hukuk Dairesince yapılan inceleme sonunda bozulmuş, Mahkemece Özel Daire bozma kararına karşı direnilmiştir.

2. Direnme kararı davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir.

3. Hukuk Genel Kurulunca dosyadaki belgeler incelendikten sonra gereği görüşüldü:

I. YARGILAMA SÜRECİ

Davacı İstemi:

4. Davacı vekili 08.11.2013 tarihli dava dilekçesinde; tarafların 1978 yılında evlendiklerini, davalının yurt dışına gidebilmesi için 1991 yılında anlaşmalı olarak boşandıklarını, 1995 yılında tekrar evlendiklerini, ortak dört çocuklarının olduğunu, müvekkilinin evlilik birliği içerisinde bir anne ve eş olarak tüm sorumluluklarını yerine getirdiğini, davalının ise eviyle ilgilenmediğini, eşinin ve çocuklarının ihtiyaçlarını karşılamadığını, sadakatsiz davrandığını, müvekkiline hakaret ettiğini, psikolojik ve fiziksel şiddet uyguladığını ileri sürerek müvekkili yararına 25,000,00TL maddi, 40,000,00TL manevi tazminat ve aylık 1,000,00TL tedbir-yoksulluk nafakası ödenmesine karar verilmesini talep ve dava etmiştir.

Davalı Cevabı:

5. Davalı cevap dilekçesi sunmamış olup; yargılama aşamasında davanın reddine karar verilmesini talep etmiştir.

İlk Derece Mahkemesi Kararı:

6. Kırşehir Aile Mahkemesinin 16.04.2015 tarihli ve 2013/711 E., 2015/250 K. sayılı kararı ile; tarafların yurtdışında boşandıkları, yabancı mahkeme kararının yasalara uygun şekilde tanındığı, davanın ise bağımsız maddi-manevi tazminat ve nafaka talebine ilişkin olduğu, boşanmaya esas yabancı mahkeme kararında tarafların dilekçelerinin yer almadığı, kararın tercümesinde davacının tazminat isteğinde bulunup bulunmadığı hususunun ve mahkemece bu hususun değerlendirilip değerlendirilmediğinin belli olmadığı, taraflar arasında gerçekleşen olayların yurtdışında yaşandığı, dosyada dinlenen tanıkların ise Türkiye’de yaşadıkları, dolayısı ile tazminat şartlarının ispatlanamadığı gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir.

Özel Daire Bozma Kararı:

7. Yargıtay 2. Hukuk Dairesinin 01.07.2015 tarihli ve 2015/12564 E., 2015/14151 K. sayılı kararı ile;

“…Hüküm davacı tarafından, temyiz edilmekle, evrak okunup gereği düşünüldü:

Dava, boşanmadan sonra açılan boşanma sebebine dayalı maddi ve manevi tazminat ile nafaka isteğine ilişkin olup, 08.11.2013 tarihinde açılmıştır. Boşanma kararı yabancı mahkemece verilmiş, 13.12.2011 tarihinde kesinleşmiştir. Dava süresinde açılmıştır. Davalı erkek tarafından açılan münhasıran boşanmaya ilişkin Flaridsderf Bölge Mahkemesinin 30.03.2011 tarihli 16 c8/11h-11 sayılı kararında “evlilik birliğinin temelinden sarsılmasına neden olan olaylarda kusurun … (davalı)’da olduğu” belirtilerek evliliğin bu kararın kesinleşmesi ile sona ermiş olacağına karar verilmiştir. Yabancı mahkeme ilamı kadın tarafından temyiz edilmiş, Viyana Bölge Mahkemesinin 45R 325/1lv sayılı, 27.10.2011 tarihli kararında “evlilik birliğinin tekrar kurulması pratik olarak mümkün değildir. Davacının (erkek) evlilik dışı bir ilişkisi olmasından dolayı, davalıyı (kadın) evden dışarı atması ve davalıya karşı ve reşit olmayan kızlarına karşı sorumluluklarını gereğince yerine getirmeyişinden dolayı “kendisine evliliğin yıpranmasında, parçalanmasında kusurlu olduğu yüklenilir” denilmek suretiyle erkeğin kusurları tespit edilmiştir. Açıklanan bu hususlar gözetilerek bir karar verilmesi gerekirken, yazılı gerekçe ile reddine karar verilmesi doğru olmamıştır,…” gerekçesiyle karar bozulmuştur.

Direnme Kararı:

8. Kırşehir Aile Mahkemesinin 03.11.2015 tarihli ve 2015/514 E, 2015/670 K. sayılı kararı ile bozma öncesi kararda yer alan gerekçeyle direnme kararı verilmiştir.

Direnme Kararının Temyizi:

9. Direnme kararı yasal süresi içinde davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir.

II. UYUŞMAZLIK

10. Direnme yolu ile Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; tarafların yabancı mahkeme kararıyla boşanmaları ve bu yabancı mahkeme kararının 5718 sayılı Kanun’a uygun şekilde tanınmış olması karşısında, tarafların boşanmalarına esas yabancı mahkeme kararında tespit edilen kusurlu davranışlarının, TMK’nın 178. maddesine göre açılan boşanmanın fer’i niteliğindeki nafaka ve tazminat taleplerine yönelik davada kesin delil teşkil edip etmediği noktasında toplanmaktadır.

III. GEREKÇE

11. Uyuşmazlığın çözümü bakımından ilgili yasal düzenleme ve kavramların açıklanmasında yarar görülmektedir.

12. Bilindiği üzere 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun (TMK) “Evlilik birliğinin sarsılması” başlıklı 166. maddesinin bir ve ikinci fıkraları;

“Evlilik birliği, ortak hayatı sürdürmeleri kendilerinden beklenmeyecek derecede temelinden sarsılmış olursa, eşlerden her biri boşanma davası açabilir.

Yukarıdaki fıkrada belirtilen hâllerde, davacının kusuru daha ağır ise, davalının açılan davaya itiraz hakkı vardır. Bununla beraber bu itiraz, hakkın kötüye kullanılması niteliğinde ise ve evlilik birliğinin devamında davalı ve çocuklar bakımından korunmaya değer bir yarar kalmamışsa boşanmaya karar verilebilir.” hükmünü taşımaktadır.

13. Boşanma kararı, bozucu yenilik doğuran bir karar niteliğinde olup; kararın kesinleşmesi ile birlikte evlilik birliği ve birliğin gereği olan haklar ve sorumluluklar sona erer. Boşanma kararı eşler üzerinde kişisel sonuçlar (vatandaşlık, erginlik, kayın hısımlığı ve kadın eş yönünden soyadı) doğurduğu gibi mali sonuçlar da doğurur. Boşanma kararının eşlerle ilgili mali sonuçları 4721 sayılı Kanun’la; maddi tazminat (TMK m.174/1), manevi tazminat (TMK m. 174/2) yoksulluk nafakası (TMK m.175), ölüme bağlı tasarrufların hükümsüz kalması (TMK m.181) ve mal rejiminin tasfiyesi (TMK m. 202-281) olarak düzenleme altına alınmıştır.

14. Boşanma nedeniyle hükmedilecek maddi ve manevi tazminat talepleri hakkında TMK’nın 174. maddesi “Mevcut veya beklenen menfaatleri boşanma yüzünden zedelenen kusursuz veya daha az kusurlu taraf, kusurlu taraftan uygun bir maddî tazminat isteyebilir. Boşanmaya sebep olan olaylar yüzünden kişilik hakkı saldırıya uğrayan taraf, kusurlu olan diğer taraftan manevî tazminat olarak uygun miktarda bir para ödenmesini isteyebilir” hükmünü taşımaktadır.

15. Kanunun 175. maddesinde ise yoksulluk nafakası “Boşanma yüzünden yoksulluğa düşecek taraf, kusuru daha ağır olmamak koşuluyla geçimi için diğer taraftan malî gücü oranında süresiz olarak nafaka isteyebilir. Nafaka yükümlüsünün kusuru aranmaz” şeklinde düzenleme altına alınmıştır.

16. Evliliğin boşanma sebebiyle son bulmasından doğan tazminat talepleri ve yoksulluk nafakasına yönelik dava hakları “boşanma hükmünün kesinleşmesinin üzerinden bir yıl geçmekle zamanaşımına uğrar” (TMK m. 178). Başka bir anlatımla boşanma kararı kesinleştikten sonra boşanma sebebine dayalı açılacak tazminat ve yoksulluk nafakası davaları evliliğin boşanma sebebiyle son bulmasına ilişkin hükmün kesinleşmesinden itibaren bir yıllık zamanaşımı süresine tabidir.

17. Somut olayda taraflar 12.01.1995 tarihinde evlenmiş olup, Avusturya Cumhuriyeti Floridsdorf Bölge Mahkemesinin 30.03.2011 tarihli GZ. 16 C 8/11h – 11 dosya numaralı kararında belirtilen “…evlilik birliğinin temelinden sarsılmasına neden olan olaylarda kusurun davacıda (…) olduğu,..” gerekçe ile boşanmalarına karar verilmiştir. Tarafların temyizi üzerine hüküm Viyana Bölge Adliye Mahkemesinin 45 R 325/11v sayılı kararı ile incelenmiş ve mahkemenin 27.10.2011 tarihinde “…evlilik birliğinin tekrar kurulması pratik olarak mümkün değildir. Davacının (…) evlilik dışı bir ilişkisi olmasından dolayı, davalıyı (…) evden dışarı atması ve davalıya karşı ve reşit olmayan kızlarına karşı sorumluluklarını gereğince yerine getirmeyişinden dolayı kendisine evliliğin yıpranmasında, parçalanmasında kusurlu olduğu yüklenilir, özellikle davalının (…) herhangi bir kusuru ne iddia edilmiş ne da tespit edilmesi istenmiş,…” gerekçesi ile verilen kararın yasalara uygun olduğu belirtilmiştir. 13.12.2011 tarihinde kesinleşen bu yabancı mahkeme kararı, eşlerden …’un istemi üzerine Kırşehir Aile Mahkemesinin 21.02.2013 tarihli ve 2012/467 E. ve 2013/162 K. sayılı kararı ile 5718 sayılı Kanun’un ilgili maddeleri uyarınca tanımış, tanıma kararının 29.03.2013 tarihinde kesinleşmesi üzerine boşamaya dayanak yabancı mahkeme kararının kesinleştiği 13.12.2011 tarihi itibari ile taraflar boşanmıştır.

18. Eldeki davanın niteliği gereği; 5718 sayılı Milletlerarası Özel Hukuk ve Usul Hukuku Hakkında Kanun’un (MÖHUK) 50. vd. maddeleri ile düzenleme altına alınan tenfiz kavramına ilişkin genel açıklamalarda bulunmak gerekmektedir. Sınır aşan ilişkilerin artan yoğunluğu, özellikle yabancı unsurlu evliliklerden kaynaklanan uyuşmazlıklar başta olmak üzere birçok özel hukuk soranlarına sebebiyet vermektedir. Her devlet kendi mahkemelerinin verdiği kararlarla ulusal çıkarlarını korumaya çalışırken, diğer yandan da beynelmilel faaliyetleri ve kişilerin haklarına saygı kurallarını da gözetmek durumundadır. Egemen devletlerin kendi mahkemelerinin verdiği kararların etkililiği o ülke ile sınırlıdır. Yabancı mahkeme kararlarının verildiği ülke dışında kabul edilmesi, hüküm ve sonuç doğurması ise kararın tanınması ve tenfizi ile mümkündür. Kural olarak tanıma ve tenfiz açılacak ayrı bir dava ile gerçekleştirilebilir. Bu davalar sonucunda tanıma veya tenfiz kararı verilmesiyle birlikte yabancı mahkeme kararı, mahalli mahkeme kararı kuvvet ve niteliğini kazanır (YHGK, 18.10.2018 tarihli ve 2017/108 E., 2018/1459 K. sayılı kararı).

19. 5718 sayılı MÖHUK’un “Tenfiz kararı” başlıklı 50. maddesinin birinci fıkrası ile “Yabancı mahkemelerden hukuk davalarına ilişkin olarak verilmiş ve o devlet kanunlarına göre kesinleşmiş bulunan ilâmların Türkiye’de icra olunabilmesi yetkili Türk mahkemesi tarafından tenfiz kararı verilmesine bağlıdır,…” hükmü düzenleme altına alınmıştır. Aynı Kanun’un “Tanıma” başlıklı 58. maddesi ile de “(1) Yabancı mahkeme ilâmının kesin delil veya kesin hüküm olarak kabul edilebilmesi yabancı ilâmın tenfiz şartlarını taşıdığının mahkemece tespitine bağlıdır. Tanımada 54 üncü maddenin birinci fıkrasının (a) bendi uygulanmaz. (2) İhtilâfsız kaza kararlarının tanınması da aynı hükme tâbidir. (3)Yabancı mahkeme ilâmına dayanılarak Türkiye’de idarî bir işlemin yapılmasında da aynı usul uygulanır.” denilerek, yabancı mahkeme ilamının kesin delil veya kesin hüküm olarak kabul edilebilmesini, yabancı ilamın tenfiz şartlarını taşıdığının Türk Mahkemelerince tespit edilmesi şartına bağlanmıştır. Yabancı mahkeme ilamının kesin hüküm veya kesin delil etkisi, yabancı mahkeme kararının kesinleştiği andan itibaren hüküm ifade edecektir (MÖHUK m. 59). Türk Hukuku’nda tenfizin etkisi; yabancı mahkeme ilamına “kararın kesin delil veya kesin hüküm etkisi (tanınması) yaratması ve icra edilebilirlik niteliği kazandırması” olmak üzere iki şekilde kendini göstermektedir. Hemen belirtmek gerekir ki; Türk tanıma ve tenfiz hukukuna göre, her tenfiz kararı, aynı zamanda tanıma kararını da kapsar. Diğer bir söylemle, tenfizine karar verilen yabancı mahkeme ilamı aynı zamanda Türk Hukukunca tanınmış da olmaktadır.

20. Nitekim; Yargıtay İçtihadı Birleştirme Hukuk Genel Kurulunun 10.02.2012 tarihli ve 2010/1 E., 2012/1 K. sayılı kararında “…Bir ilamın başka bir ülkede o devletin icra organlarını harekete geçirerek uygulanmasını, icra edilebilirliğini bağlamak, ancak tenfiz kararının varlığı ile mümkündür. İcra edilmesinin gerektiği ülkede tenfiz için yabancı mahkeme kararında tenfiz şartlarının var olup olmadığının incelenmesi ve varılacak sonuç dairesinde verilecek tenfiz kararı ile mümkün ve uygun olacaktır. Tenfiz (exeguatur) doktrinde değişik şekillerde açıklanmaktadır. Tenfiz, yabancı mahkeme kararına, kesin hüküm ve kesin delil kuvveti uygun görmek yanında, Türk icra organları aracılığıyla Türkiye’de icra edilebilme gücünün verilmesine ilişkin bir mahkeme kararıdır. Yabancı bir mahkeme kararının Türk Mahkemeleri’nce tenfiz edilebilmesi için, özel hukuk ilişkisinden doğan bir uyuşmazlığı çözmek için verilmiş olması gerekir (5718 s. MÖHUK m.50). Hukuk davalarının usul hukukuna ilişkin bir vasıflandırma olmasına, vasıflandırmaya ilişkin değerlendirmeler ile hangi tür davaların hukuk davası olacağı, tenfizin talep edildiği ülke hukukuna göre belirlenecek ve değerlendirilecektir. Diğer yönüyle; yabancı ilamın, verildiği ülke hukukuna göre şekli anlamda kesinleşmiş olması gerekir. Tenfiz davasında hukuki yarar şartı öncelikle incelenerek, kararı verecek olan hâkimin, yalnızca yabancı kararın tenfiz edilebilmesi için Türk Hukuku’nda aranan şartları taşıyıp taşımadığını irdelendikten sonra, şartların bulunması halinde artık tenfiz (exequatur) kararını verebilecektir. Tenfiz mahkemesinin, yabancı mahkemenin esasa uyguladığı hukuku ve aynı şekilde kendi usul hükümlerini doğru uygulayıp uygulamadığını inceleme ve yabancı ilamın içeriğini tetkik etme olanağı bulunmamaktadır (2675 s. MÖHUK m.38/c, 5718 s. MÖHUK m.54/a, b, c, ç). Ancak, yabancı mahkeme ilamının Türk kamu düzenine açıkça aykırı olması halinde, tenfize her şekilde engel bulunduğu 5718 sayılı Kanun’un amir hükmü gereğidir,…” şeklinde gerekçe ile tanıma ve tenfiz kavramları açıklanmış olup, buna göre; tenfiz mahkemesinin, özel hukuk ilişkisinden doğan bir uyuşmazlığa yönelik verilmiş bulunan yabancı mahkeme kararına ilişkin maddi hukuk ve usul hukuku denetimi yaparak, yabancı ilamın içeriğini tetkik etme olanağı bulunmadığına karar verilmiştir.

21. Türk Hukuku’nda kusurlu olup olmama durumunun boşanmanın mali sonuçları yönünden önem taşıdığı dikkate alındığında, uyuşmazlığın çözümünde kusur ve nedensellik bağı kavramlarının da açıklanması gerekmektedir. Boşanma nedeniyle yoksulluk nafakası ve tazminat ödenmesine karar verilebilmesi için; bir eşin “kusurlu davranışları” ile diğer eşte “tazminatlar yönünden zarar oluşumu ve yoksulluk nafakası yönünden ise yoksulluğa düşme durumu” arasında “nedensellik bağı” olmasını gerektirir. Daha açık bir ifadeyle eşte oluşan zarar ve yoksulluğa düşme olguları; boşanmaya sebep olan olaylarda gerçekleştiği kabul edilen kusurlu davranışlar nedeniyle oluşmalıdır. Hâkim; olayların alışılan akışına ve yaşam deneyimlerine göre, kusurlu eşin boşanmaya sebebiyet veren eylemlerinin, diğer eşte ağır zarar yaratması ve eşin boşanma nedeniyle yoksulluğa düşecek olması arasında uygun nedensellik bağını kurduğu takdirde tazminat ve nafaka ödenmesine karar verebilir. Hâkim, evlenmeden önce olan ya da boşanmaya sebep olmayan olayları nedensellik bağının kurulmasında ölçü olarak alamaz. İşte bu sebeple; eşlerin kusurlu davranışlarının boşanmaya sebep olup olmadığı yönünde kurulması gereken “nedensellik bağı” kavramının, boşanmaya sebep olduğu iddia edilen vakıaların gerçekleşip gerçekleşmediği hususunu inceledikten sonra tarafların boşanmalarına karar verilmesinin gerekip gerekmediğine hükmeden mahkeme tarafından yapılmış olması gerekliliği hususu kuşkusuzdur. Zira taraflar yönünden boşanma kararını veren hâkim: o evliliğe münhasır, tarafların boşanmaya sebep olan kusurlu davranışlarını belirlemiş ve boşanma kararı vermiştir. Tartışmasız olduğu üzere, taraflar yönünden boşanmaya sebep olan olay veya olaylar artık belirlenmiştir. Boşanma kararının verildiği hükmün kesinleşmesi itibariyle, artık o evlilik nedeniyle doğmuş veya doğacak olan tüm davalar boşanma kararının verildiği mahkeme kararında yer alan kusur belirlemesi ile bağlıdır ve bu durumun doğal sonucu olarak yapılan kusur belirlemesi, başka bir mahkemenin kararında tartışılamayacağı gibi yeniden kusur belirlemesi yapılmasına da imkân tanımayacaktır. Nitekim benzer husus 22.01.1988 gün ve 5/1 sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Karar gerekçesinde “…Sözü edilen olaylar boşanmaya yol açabildiği halde kişisel menfaatleri ağır bir biçimde haleldar etmeyebilir. Hakimin değerlendireceği husus o olayların boşanmayı gerektirip gerektirmeyeceği hususu elbette değildir; bu yön boşanma ilamı ile artık kesinleşmiştir…” şeklinde açıklanmıştır.

22. Vurgulamakta fayda vardır ki; MÖHUK’un 59. maddesi ile düzenleme altına alınan hüküm uyarınca, yabancı mahkeme ilamının kesin hüküm veya kesin delil etkisi, yabancı mahkeme kararının kesinleştiği andan itibaren hüküm ifade edecektir. Kesin hüküm kavram itibari ile adli gerçeği ifade eder. Kesin hükümle amaçlanan ise; aynı kişiler arasında, aynı dava konusu uyuşmazlık hakkında mahkemelerin sınırsız şekilde meşgul edilmesini engellemektir. Bu şekilde hem kişiler, hem de devlet için hukuki güvenlik sağlanmaktadır. Kesin hüküm, öncelikle hükmü veren mahkeme de dâhil olmak üzere bütün mahkemeleri bağlar. Bir hüküm maddi anlamda kesinleştikten ve hangi tarafın ne yönde haklı olduğu tespiti yapıldıktan sonra artık tüm mahkemeler, aynı taraflar arasında, aynı dava sebebine dayanılarak, aynı dava konusu hakkında verilmiş bulunan kesin hüküm ile bağlıdırlar. Bunun sonucunda; aynı dava yeniden incelenemeyeceği (kesin hüküm itirazı) gibi, aynı konuya ilişkin yeni dava, önceki davada verilmiş olan kesin hüküm ile bağlıdır (kesin delil).

23. Nitekim, aynı ilkeler Hukuk Genel Kurulunun 24.12.2014 tarihli ve 2014/17-1656 E., 2014/1099 K. ve 04.12.2013 tarihli ve 2013/20-300 E., 2013/1629 K. sayılı kararları ile de benimsenmiştir. Buna göre; aynı taraflar arasında, aynı dava sebebine dayanarak ve aynı konuya ilişkin yapılan yargılamada kesin hükme bağlanmış olan vakıa (HMK m.303/2), görülmekte olan diğer bir ikinci davada ileri sürülen aynı iddia veya savunma yönünden kesin delil teşkil edecektir.

24. Bu genel açıklamalardan sonra uyuşmazlık konusuna yönelik yapılan değerlendirmede; boşanma davası ile TMK’nın 178. maddesine göre açılan her iki davanın da taraflar arasındaki evlilik birliğine dayalı hukuki ilişkiden kaynaklandığı, yukarıda da vurgulandığı üzere; aynı taraflar arasında, aynı hukuki ilişkinin temelini oluşturan sebebe dayalı olarak açılan ve sonuçlanan “kesin hüküm nedeniyle oluşan kesin delilin” tarafları ve hâkimi bağladığı, artık kesin delil ile kanıtlanan olayların hukuksal açıdan doğru olarak kabul edilmesinin zorunlu olduğu, hâkimin kesin delilleri takdir yetkisinin bulunmadığı gibi ayrıca TMK’nın 178. maddesine göre açılan davaların, boşanma davasının devamı niteliğinde olduğu, artık bu davada hâkimin, boşanma davasıyla belirlenen kusurlu davranışların boşanmaya sebep olması nedeniyle boşanma davasında belirlenen kusur belirlemesi ile bağlı olduğu, başka bir ifadeyle boşanma kararında taraflarca gerçekleştirildiği kabul edilerek kesinleşen kusurlu davranışların, TMK’nın 178. maddesine göre devam edilen davada kesin delil oluşturacağı, hâkimin boşanmaya sebep olan olaylar yönünden yeniden bir kusur belirlemesi yaparak nafaka ve tazminatlara ilişkin karar veremeyeceği açıktır.

25. Somut olaya gelindiğinde; kadın eş aleyhine erkek eş tarafından Avusturya Cumhuriyeti Floridsdorf Bölge Mahkemesi’nde boşanma davası açıldığı, hükmün Viyana Bölge Adliye Mahkemesince yapılan temyiz incelemesi ile 13.12.2011 tarihine kesinleşerek tarafların boşanmalarına karar verildiği, sözü edilen mahkeme kararları ile boşanmaya sebep olan olaylarda kadın eşin kusursuz, erkek eşin ise evlilik dışı bir ilişkisi olmasından dolayı, eşini evden dışarı attığı ve birlik görevlerini yerine getirmemesi şeklinde gerçekleştirdiği kusurlu davranışlarıyla tam kusurlu olduğunun belirlendiği, tarafların boşanmalarına esas yabancı mahkeme kararı için Kırşehir Aile Mahkemesinin 2012/467 E. ve 2013/162 K. sayılı kararı ile tanıma kararı verildiği bu kararın 29.03.2013 tarihinde kesinleştiği, davacının bu tarihten sonra eldeki davayı TMK’nın 178. maddesi uyarınca 08.11.2013 tarihinde yasal süresi içerisinde açtığı ve davalıdan TMK’nın 174/1-2 ve 175. maddelerine göre maddi-manevi tazminat ve yoksulluk nafakası talep ettiği, hâl böyle olunca, yabancı mahkeme kararının tanınmasıyla birlikte boşanmaya sebep olan olaylara yönelik kusur durumunun kesin delil kabul edilerek, tarafların boşanmalarına esas kararda yer alan kusur belirlemesi gözetilmek suretiyle bir karar verilmesi gerekirken, davanın reddine karar verilmesi bozmayı gerektirmiştir.

26. O hâlde, Hukuk Genel Kurulunca da benimsenen Özel Daire bozma kararına uyulması gerekirken önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırı olup direnme kararı bozulmalıdır.

IV. SONUÇ: Açıklanan nedenlerle; Davacı vekilinin temyiz itirazının kabulü ile direnme kararının Özel Daire bozma kararında gösterilen nedenlerden dolayı 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’na eklenen “Geçici Madde 3” atfıyla uygulanmakta olan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 429. maddesi gereğince BOZULMASINA,İstek hâlinde temyiz peşin harcının yatırana geri verilmesine,Aynı Kanun’un 440. maddesi uyarınca kararın tebliğ tarihinden itibaren on beş gün içerisinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere, 18.02.2021 tarihinde oybirliği ile karar verildi. 

AKHİSAR AVUKAT / AKHİSAR BOŞANMA AVUKATI / AKHİSAR BOŞANMA TAZMİNAT DAVASI / TAZMİNAT AVUKATI

0

Boşanma davasında tazminat / Akhisar Boşanma Avukatı

AKHİSAR BOŞANMA AVUKATI / Akhisar Avukat

T.C. YARGITAY 2. HUKUK DAİRESİ 2019/4494 E. 2019/8456 K.

KARARIN ÖZÜ: 1-Mahkemece kabul edilen ve gerçekleşen tarafların kusurlu davranışlarına göre boşanmaya sebep olan vakıalarda davalı-karşı davacı erkeğin ağır kusurlu olduğunun kabulü gerekmekle, bu husus gözetilmeden yanılgılı değerlendirme sonucu tarafların eşit kusurlu kabul edilmesi doğru bulunmamış, bozmayı gerektirmiştir.

2- Boşanmaya neden olan olaylarda davalı-karşı davacı erkek ağır kusurlu olup, bu kusurlu davranışlar aynı zamanda kadının kişilik haklarına saldırı teşkil eder niteliktedir. Kadın, boşanma sonucu eşin maddi desteğinden yoksun kalacaktır. Türk Medeni Kanunu’nun 174/1-2. maddesi koşulları kadın yararına oluşmuştur. Bu durumda tarafların ekonomik ve sosyal durumları, kusurun ağırlığı, hakkaniyet kuralları gözetilerek davacı-karşı davalı kadın yararına uygun miktarda maddi ve manevi tazminata hükmedilmesi gerekirken, hatalı kusur belirlemesine bağlı olarak kadının maddi ve manevi tazminat taleplerinin reddi doğru görülmemiş ve bozmayı gerektirmiştir.

3- Hakim, taleple bağlı olup fazlaya karar veremez (HMK m.26). Açıklanan sebeplerle bozmaya uyularak yapılan yargılama sonucunda usuli kazanılmış hakka aykırı şekilde ve talep aşılarak aylık … TL yoksulluk nafakası ile ortak çocuklardan her biri yararına aylık 150’şer tedbir ve aylık 200’er iştirak nafakasına hükmedilmesi doğru olmayıp bozmayı gerektirmiştir.

KARAR : 1-)Dosyadaki yazılara ve mahkemece uyulan bozma kararı gereğince hüküm verilmiş olmasına ve özellikle taraflara kusur olarak yüklenen “Birbirlerine bağırarak konuştukları” eyleminin evlilik birliği içerisinde önceki dönemlere ilişkin olduğu ve bu vakıadan sonra evlilik birliğinin devam ettiği, bu kusurun taraflarca karşılıklı olarak affedildiğinin, en azından hoşgörü ile karşılandığının kabulü gerektiği ve taraflara kusur olarak yüklenemeyeceğinin anlaşılmasına göre, tarafların aşağıdaki bentlerin kapsamı dışında kalan temyiz itirazları yersizdir.

2-)Mahkemece kabul edilen ve gerçekleşen tarafların kusurlu davranışlarına göre boşanmaya sebep olan vakıalarda davalı-karşı davacı erkeğin ağır kusurlu olduğunun kabulü gerekir. Bu husus gözetilmeden yanılgılı değerlendirme sonucu tarafların eşit kusurlu kabul edilmesi doğru bulunmamış, bozmayı gerektirmiştir.

3-)Yukarıda 2. bentte açıklandığı üzere boşanmaya neden olan olaylarda davalı-karşı davacı erkek ağır kusurlu olup, bu kusurlu davranışlar aynı zamanda kadının kişilik haklarına saldırı teşkil eder niteliktedir. Kadın, boşanma sonucu eşin maddi desteğinden yoksun kalacaktır. Türk Medeni Kanunu’nun 174/1-2. maddesi koşulları kadın yararına oluşmuştur. Bu durumda tarafların ekonomik ve sosyal durumları, kusurun ağırlığı, hakkaniyet kuralları gözetilerek davacı-karşı davalı kadın yararına uygun miktarda maddi (TMK m. 174/1) ve manevi (TMK m. 174/2) tazminata hükmedilmesi gerekirken, hatalı kusur belirlemesine bağlı olarak kadının maddi ve manevi tazminat taleplerinin reddi doğru görülmemiş ve bozmayı gerektirmiştir.

4-)Mahkemece verilen ilk hükümde kadın yararına aylık 150-TL tedbir ve yoksulluk nafakası, velayeti anneye verilen ortak iki çoçuktan her biri için aylık 100’er TL tedbir ve iştirak nafakasına hükmedilmiş, davacı-karşı davalı kadın tarafından yapılan temyiz itirazında nafakaların miktarı temyiz konusu edilmemiştir. Bozma sonrası verilen ikinci kararda ise; kadın yararına aylık 150 TL tedbir ve aylık 200 TL yoksulluk nafakasına, ortak çocuklardan her biri için aylık 150’şer TL tedbir nafakasına ve aylık 200’er TL iştirak nafakasına hükmedilmiştir. İlk hükümde kadın tarafından tedbir, yoksulluk ve iştirak nafakaları temyiz edilmeyerek nafakaların miktarı yönünden davalı-karşı davacı erkek yararına usulü kazanılmış hak oluşmuştur. Ayrıca dava dilekçesinde kadın kendisi için aylık 150 TL tedbir ve yoksulluk nafakası, ortak çocuklardan herbiri için aylık 100’er TL tedbir ve iştirak nafakası istemiş olup 20.11.2018 tarihli hükümde taleplerin aşıldığı anlaşılmaktadır. Hakim, taleple bağlı olup fazlaya karar veremez (HMK m.26). Açıklanan sebeplerle bozmaya uyularak yapılan yargılama sonucunda usuli kazanılmış hakka aykırı şekilde ve talep aşılarak aylık 200 TL yoksulluk nafakası ile ortak çocuklardan her biri yararına aylık 150’şer tedbir ve aylık 200’er iştirak nafakasına hükmedilmesi doğru olmayıp bozmayı gerektirmiştir.

AKHİSAR BOŞANMA AVUKATI /AKHİSAR AVUKAT

0

TRAFİK KAZASINDAN KAYNAKLI ARAÇ DEĞER KAYBI VE ARAÇ MAHRUMİYET BEDELİ ÖDENMESİ İSTENEBİLİR – Avukat Ali SAYIM Akhisar/Manisa

Akhisar Avukat, Akhisar Trafik Kazası Avukatı, Akhisar Araç değer kaybı avukatı, Araç değer kaybı davası, Araç mahrumiyet Bedeli davası

Aracınızla karışmış olduğunuz bir trafik kazası neticesinde aracınızda bir hasar meydana gelecek ve bu hasara bağlı olarak aracınızda bir değer kaybı söz konusu olacaktır. aracınızda meydana gelen hasardan kaynaklı onarım bedelini, aracınızın perte çıkması halinde araç bedelini trafik kazasında kusurlu olan tarafın sigortasından poliçe limitleri dahilinde talep etmeniz mümkün olacaktır. Söz konusu talepler için kazanın meydana gelmesindeki kusur oranı önem arz etmektedir.

Yine aracınız kaza sebebiyle bir süre tamirde kalacak ve bu sebeple bir süre araçtan mahrum kalmanız sebebiyle araç mahrumiyet bedeli talep etme hakkınız doğacaktır.

Aşağıda paylaşmış olduğumuz Yargıtay kararında araç değer kaybı bedelinin ve araç mahrumiyet bedelinin hangi kriterlere göre hesaplanması gerektiğine açıkça yer vermiştir. ilgili kararı paylaşıyoruz.

17. Hukuk Dairesi 2016/9290 E. , 2017/3380 K.
MAHKEMESİ :Asliye Hukuk Mahkemesi

Davacı vekili dava dilekçesinde özetle; 23/04/2014 tarihinde meydana gelen maddi hasarlı trafik kazasından sonra davacı aracında değer kaybı meydana geldiğini, 19 gün kira karşılığı olarak da 1900 TL ödediğini, beyan ederek aracında meydana gelen değer kaybı ve araç kiralama bedelinin ödenmesi belirsiz alacak davası ile talep ve dava etmiştir.
Davalı … San. Tic. Ltd. Şti vekili kısaca davanın reddine karar verilmesini talep etmiştir.

Mahkemece; Davacı için 6.000 TL araçtaki değer kaybı tazminatının ve 1.900 TL araç kiralama ücreti olmak üzere toplam 7.900 TL nin olay tarihi olan 23.04.2014 tarihinden itibaren işleyecek olan yasal faizi ile birlikte davalılardan müştereken ve müteselsilen tahsili ile davacıya verilmesine,karar verilmiş, hüküm süresi içerisinde davalı … San. Tic. Ltd. Şti vekili tarafından temyiz edilmiştir.
1- Dosya içerisindeki bilgi ve belgelere, mahkeme kararının gerekçesinde dayanılan delillerin tartışılıp değerlendirilmesinde bir usulsüzlük bulunmamasına göre, …Tavukçuluk Yem San. Tic. Ltd. Şti vekilinin sair temyiz itirazlarının reddi gerekmiştir.
2- Dava trafik kazasından kaynaklanan araç kullanamama bedeli ve araç değer kaybının tahsili istemine ilişkindir.
Mahkemece benimsenen 28.10.2015 tarihli bilirkişi raporu doğrultusunda 6000 TL. değer kaybı tazminatına hükmolunmuş ise de, mahkemenin hükme esas aldığı bilirkişi raporunda araç değer kaybı hesaplaması doğru yapılmamıştır. Eksik inceleme ve hüküm kurmaya elverişli olmayan bilirkişi raporuna göre karar verilemez.
Bu durumda mahkemece, rapor düzenleyen bilirkişiden ek rapor alınması; ya da araç değer kaybı konusunda hesap yapmaya ehil… veya Karayolları Genel Müdürlüğü Fen Heyeti gibi kurum veya kuruluşlardan seçilecek hasar konularında uzman bilirkişi (makina mühendisi) veya bilirkişi kurulundan tüm dosya kapsamına göre; davacı aracının modeli, markası, kaza tarihindeki yaşı, kilometresi gibi hususlar gözönünde bulundurularak kaza tarihi itibariyle serbest piyasadaki 2. el piyasa rayiç değeri (hasarsız haliyle) ile aracın hasarı onarıldıktan sonraki haline göre serbest piyasadaki 2. el piyasa değeri arasındaki fark (aradaki farkın değer kaybı olarak kabul edilmesi) hususlarında ayrıntılı, gerekçeli, denetime elverişli bir rapor alınarak sonucuna göre karar verilmesi gerekirken yazılı olduğu biçimde hüküm kurulması doğru görülmemiştir.
3- Davacı taraf, aracın tamirde kaldığı 19 gün içinde davalıdan araç kullanma bedeli olarak 1900 TL talep etmiş, mahkemece de 19 gün aracın kullanılamadığı, günlük 100 TL kiralama bedeli olduğunu belirten bilirkişi raporuna göre hüküm kurmuştur.
Bilirkişi, ikame araç bedeli yönünden değerlendirme yaparken,aracın 19 gün boyunca tamirde kalmasını esas almıştır. Araçta oluşan hasarın giderilebilmesi için gerekli makul tamir süresinin ne olduğu konusunda gerekçeli ve denetime açık, tespit raporunu da irdeleyen bir değerlendirme yapmamıştır. Bu anlamda bilirkişi raporu, hüküm kurmaya elverişli olmadığından eksik inceleme ile karar verilmesi doğru değildir.
Bu durumda mahkemece, rapor düzenleyen bilirkişiden ek rapor alınması; ya da ikame araç bedelinin ne olacağı konusunda yeniden uzman bir kişiden alınacak tespit raporuyla saptanan araç hasarının onarımı için gerekli makul tamir süresi ve serbest piyasa koşullarına göre ikame araç bedelinin ne olacağı konusunda ayrıntılı, gerekçeli, denetime elverişli bir rapor alınarak sonucuna göre karar verilmesi gerekirken, yazılı olduğu biçimde eksik incelemeyle hüküm kurulması doğru görülmemiştir.
SONUÇ: Yukarıda açıklanan nedenlerle davalı … San. Tic. Ltd. Şti vekilinin sair temyiz itirazlarının reddine, (2) ve (3) nolu bentte açıklandığı üzere davalı … San. Tic. Ltd. Şti vekilinin temyiz itirazının kabulü ile hükmün BOZULMASINA, peşin alınan harcın istek halinde temyiz eden davalı … San. Tic. Ltd. Şti’ye geri verilmesine 29.03.2017 tarihinde oybirliği ile karar verildi.

Akhisar Avukat, Akhisar Tazminat Avukatı, Akhisar Trafik Kazası Avukatı, Akhisar Araç değer kaybı avukatı, Araç değer kaybı davası, Araç mahrumiyet Bedeli davası

0

MİRASIN REDDİ DAVASI-Borca itiraz / Akhisar Avukat Ali SAYIM

Mirasın Hükmen Reddi Nedeniyle Takibe İtiraz Ve Şikayet Yoluna Gidilmesi

Yargıtay 12. Hukuk Dairesi

Esas : 2019/11002 Karar : 2020/6831 Karar Tarihi : 09/07/2020

MAHKEMESİ : … Bölge Adliye Mahkemesi Yukarıda tarih ve numarası yazılı Bölge Adliye Mahkemesince verilen kararın müddeti içinde temyizen tetkiki borçlu tarafından istenmesi üzerine bu işle ilgili dosya daireye gönderilmiş olup, dava dosyası için Tetkik Hâkimi … tarafından düzenlenen rapor dinlendikten ve dosya içerisindeki tüm belgeler okunup incelendikten sonra işin gereği görüşülüp düşünüldü :

Alacaklı tarafından borçlu mirasçı hakkında bonoya dayalı kambiyo senetlerine özgü haciz yolu ile başlatılan icra takibinde, şikayetçi borçlunun takibin kesinleşmesinden sonra icra müdürlüğüne mirasın hükmen reddine ilişkin mahkeme ilamını ibraz ederek hacizlerin kaldırılmasını talep ettiği, icra müdürlüğü tarafından verilen ret kararı üzerine icra mahkemesine başvurduğu, ilk derece mahkemesince; şikayetin kabulü ile şikayete konu 22.05.2018 tarihli icra müdürlüğü işleminin iptaline ve talep doğrultusunda işlem yapılması gerektiğine karar verildiği, alacaklının istinaf başvurusu üzerine,

Bölge Adliye Mahkemesince; alacaklının istinaf başvurusunun kabulü ile ilk derece mahkemesi kararının kaldırılmasına, şikayetçinin talebi borca itiraz olarak nitelendirilerek yasal süreden sonra yapılan başvurunun süre aşımı nedeniyle reddine karar verildiği görülmektedir.

Şikayet edenin murisi Cemal Alkin olup, takip, şikayetçi borçlu hakkında mirasçı sıfatı ile yapılmaktadır. Şikayetçi borçlu, mirası reddettiğinden, murisin borcundan sorumlu olmadığını ileri sürerek icra müdürlüğünün ret kararının iptalini ve hacizlerin kaldırılmasını talep etmiştir.

Her ne kadar Hukuk Genel Kurulu’nun, 19.11.2014 tarih ve 2013/12-2240 E. – 2014/929 K. sayılı olup, Dairemizce de benimsenerek içtihat değişikliğine gidilen kararı ile; mirasın reddi nedeniyle borçtan sorumlu olunmadığına ilişkin iddianın, borca itiraz olduğu ve ödeme emrinin tebliği üzerine takibin şekline göre yasal süre içinde ilgili merciye yapılması gerektiği kabul edilmiş ise de, bu ilke, mirasın reddine ilişkin mahkeme kararının, icra takibinin kesinleşmesinden önceki bir tarihte alındığı hallerde uygulanmaktadır.
Somut olayda, murisin takipten önce 17.12.2010 tarihinde vefat ettiği, takibin mirasçılar hakkında 04.09.2012 tarihinde başlatıldığı, şikayetçi borçluya ödeme emrinin 10.09.2012 tarihinde tebliğ edildiği, mirasın hükmen reddine ilişkin davanın, 17.09.2012 tarihinde açıldığı, .. 1. Asliye Hukuk Mahkemesinin 20.02.2018 tarih ve 2017/462 E. – 2018/70 K. sayılı ilamı ile mirası hükmen reddetmiş sayıldığının tespitine karar verildiği, kararın 21.05.2018 tarihinde kesinleştiği görülmektedir.

O halde Bölge Adliye Mahkemesince, mirasın hükmen reddine ilişkin ilamın, takibin kesinleşmesinden sonra alındığı anlaşılmakla borçlunun talebinin borca itiraz olarak nitelendirilmesi yerinde olmayıp, şikayetin kabulüne karar verilmesi gerekirken, yazılı şekilde hüküm tesisi isabetsiz olup Bölge Adliye Mahkemesi kararının bozulması gerekmiştir.

SONUÇ : Borçlunun temyiz itirazlarının kabulü ile; … Bölge Adliye Mahkemesi 6. Hukuk Dairesinin 03.07.2019 tarih ve 2019/1255 E. – 2019/1563 K. sayılı kararının yukarıda yazılı nedenlerle, 5311 sayılı Kanun ile değişik İİK’nun 364/2. maddesi göndermesiyle uygulanması gereken 6100 sayılı HMK‘nun 373/2. maddeleri uyarınca BOZULMASINA, peşin alınan harcın istek halinde iadesine, dosyanın kararı veren Bölge Adliye Mahkemesine gönderilmesine, 09/07/2020 gününde oy birliğiyle karar verildi.

Akhisar Miras Avukatı – Akhisar Avukat – Mirasın reddi davası avukatı-

0

Önalım (şufa) hakkına dayalı tapu iptal ve tescil davasında FİİLİ TAKSİM -Avukat Ali SAYIM Akhisar/Manisa

T.C YARGITAY
Hukuk Genel Kurulu
Esas: 2017/ 1950
Karar: 2020 / 853
Karar Tarihi: 10.11.2020

MAHKEMESİ :Asliye Hukuk Mahkemesi

1. Taraflar arasındaki “önalım hakkına dayalı tapu iptali ve tescil” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda, Kumluca Asliye Hukuk Mahkemesince verilen davanın kabulüne ilişkin karar davalı vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine Yargıtay 14. Hukuk Dairesince yapılan inceleme sonunda bozulmuş, Mahkemece Özel Daire bozma kararına karşı direnilmiştir.

2. Direnme kararı davalı vekili tarafından temyiz edilmiştir.

3. Hukuk Genel Kurulunca dosyadaki belgeler incelendikten sonra gereği görüşüldü:

I. YARGILAMA SÜRECİ

Davacı İstemi:

4. Davacılar vekili 15.06.2009 havale tarihli dava dilekçesinde; müvekkillerinin Antalya ili, Kumluca ilçesi, Çavuşköy mevkiinde kain 597 parsel sayılı taşınmazda hissedar olduklarını, diğer hissedarın hissesini satacağını bildirmeden gerçek değerinden çok fazla satış bedeli göstererek muvazaalı şekilde davalıya sattığını, satış bedelinin çok fazla gösterilerek davacıların şufa hakkını kullanmalarına engel olunmak istenildiğini ileri sürerek dava konusu taşınmazda davalıya satışı yapılan hissenin tapu kaydının iptal edilerek müvekkilleri adına tesciline, mahkemece belirlenecek gerçek değerin şufa bedeli olarak ödenmesine karar verilmesini talep etmiştir.

Davalı Cevabı:

5. Davalı 28.07.2009 havale tarihli cevap dilekçesinde; çekişmeli taşınmazda harici ve rızai taksim yapılması neticesinde zeminde sınırları belirlenen bölümün dava dışı …’e satılıp teslim edildiğini, taşınmazın … tarafından nar bahçesi hâline getirilen bu kısmını tapuya itimat ederek satın aldığını, satış ve değerinde muvazaa olmadığını belirterek davanın reddine karar verilmesini istemiştir.

Mahkeme Kararı:

6. Kumluca Asliye Hukuk Mahkemesinin 28.06.2013 tarihli ve 2009/313 E., 2013/418 K. sayılı kararı ile; yapılan keşif ve bilirkişi beyanlarından dava konusu taşınmazın taksime konu edilmediğinin anlaşıldığı gerekçesiyle davanın kabulüne, 597 parsel sayılı taşınmazın davalı … adına olan 1/5 payının iptali ile davacılar adına tesciline, karar kesinleştiğinde davacılar tarafından yatırılan şufa bedelinin işlemiş ve işleyecek nemaları ile birlikte davacıya ödenmesine karar verilmiştir.

Özel Daire Bozma Kararı:

7. Kumluca Asliye Hukuk Mahkemesinin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde davalı vekili temyiz isteminde bulunmuştur.

8. Yargıtay 14. Hukuk Dairesince 10.04.2014 tarihli ve 2014/2212 E., 2014/4740 K. sayılı kararı ile; “…Önalım davasına konu payın ilişkin bulunduğu taşınmaz paydaşlarca özel olarak kendi aralarında taksim edilip her bir paydaş belirli bir kısmı kullanırken bunlardan biri kendisinin kullandığı yeri ve bu yere tekabül eden payı bir üçüncü şahsa satarsa, satıcı zamanında bu yerde hak iddia etmeyen davacının tapuda yapılan satış nedeniyle önalım hakkını kullanması TMK’nın 2. maddesinde yer alan dürüstlük kuralı ile bağdaşmaz. Kötü niyet iddiası 14.02.1951 gün ve 17/1 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararı uyarınca davanın her aşamasında ileri sürülebileceği gibi mahkemece de kendiliğinden nazara alınması gerekir. Bu gibi halde savunmanın genişletilmesi söz konusu değildir. Eylemli paylaşmanın varlığı halinde davanın reddi gerekir.

Somut olayda mahallinde yapılan keşif ve dinlenen mahalli bilirkişi ve tanık beyanlarından taşınmazın fiilen taksim edildiği, paydaşlardan…’nin kendisine düşen yeri önce 10.03.2008 tarihinde …’e sattığı, …’in de bu bölümü nar bahçesi haline getirdiği, daha sonra 26.05.2009 tarihinde davalı …’e sattığı davacıların önceki malik zamanında bir hak talebinde bulunmadıkları anlaşılmıştır.

Bu durumda mahkemece artık davacıların davalıya karşı önalım hakkını kullanmalarının iyiniyet kuralları ile bağdaşmayacağı gözetilerek davanın reddi gerekirken yazılı şekilde hüküm kurulması doğru görülmemiş, bu sebeple kararın bozulması gerekmiştir”

gerekçeleriyle karar bozulmuştur.

Direnme Kararı:

9. Kumluca 1. Asliye Hukuk Mahkemesinin 19.11.2014 tarihli ve 2014/181 E., 2014/673 K. sayılı kararı ile; davaya konu taşınmaz payının satışının üzerinden uzunca bir zaman geçmediği, taşınmazda davalıya satılan kısım haricindeki kısımların boş olduğu, taksimin varlığına karine teşkil edecek bir işaret, iz veya ayırımın bulunmadığı, davacıların taşınmazda yer kullanmadığı, davalının dayandığı taksim krokisinde paydaşların imzalarının bulunmadığı, tanıkların beyanları ve dayanılan krokinin taksimin varlığına delil teşkil edecek nitelikte olmadığı, paydaşların taksim yönünde iradelerinin bulunmadığı gerekçeleriyle direnme kararı verilmiştir.

Direnme Kararının Temyizi:

10. Direnme kararı süresi içinde davalı vekili tarafından temyiz edilmiştir.

II. UYUŞMAZLIK

11. Direnme yolu ile Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; dava konusu edilen hissenin bulunduğu taşınmazda eylemli taksimin bulunup bulunmadığı buradan varılacak sonuca göre satıcı zamanında bir hak talebinde bulunmayan davacıların davalıya karşı önalım hakkını kullanmalarının dürüstlük kurallarına aykırı olup olmadığı noktasında toplanmaktadır.

III. GEREKÇE

12. Uyuşmazlığın çözümünde, öncelikle önalım hakkı ve hukuki niteliğine ilişkin açıklama yapılmasında yarar vardır.

13. Bilindiği üzere paylı mülkiyette paydaşlar arasında ortak idare ve kullanma durumu söz konusu olduğundan paydaşların birbirlerini bilmeleri ve tanımaları önem taşımaktadır. Bu ihtiyacın gereği olarak paydaşlar arasına yabancı bir kişinin girişini engellemek, taşınmazın daha küçük parçalara ayrılmasını önleyebilmek, hisselerin mümkün olduğu kadar hissedar elinde toplanmasını temin etmek amacıyla paylı taşınmazlarda hissedarların temlik hakkı sınırlandırılarak yasal önalım hakkı tanınmıştır.

14. Önalım hakkı taşınmaz mal mülkiyetinin kanundan doğan takyitlerinden biri olup 26.12.1951 tarihli ve 1/6 sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararında yenilik doğuran bir hak olduğu belirtilmiştir.

15. Öte yandan 20.06.1951 tarihli ve 13/5 sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararında ise önalım hakkının hukuki niteliği, “Şufa hakkı, mefşu hissenin üçüncü şahsa satılması ve satışa ıttıladan itibaren bir ay içinde kullanılmış olması gibi muayyen şartlar altında kullanılacak yenilik doğurucu bir haktır ki, şefinin bu hakkı kullandığı yolundaki tek taraflı irade beyanının müşteriye vasıl olmasıyla yeni bir hukuki vaziyet meydana getirilmesine yarar. Bu hakkın kullanılmasıyla şefi yeni bir akit yapmaya hacet kalmaksızın müşteriye halef olur” şeklinde açıklanmıştır.

16. Yasal önalım hakkı, 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu (TMK)’nun “Taşınmaz mülkiyetinin içeriği ve kısıtlamaları” başlıklı ikinci ayrımında, “II. Devir Hakkının Kısıtlamaları 1.Yasal Önalım Hakkı” alt başlıkları altında “a. Önalım Hakkı Sahibi” başlıklı 732; “b. Kullanma yasağı, feragat ve hak düşürücü süre” başlıklı 733 ve “c.Kullanılması” başlıklı 734. maddelerinde düzenlenmiştir.

17. 4721 sayılı TMK’nın 732. maddesi; “Paylı mülkiyette bir paydaşın taşınmaz üzerindeki payını tamamen veya kısmen üçüncü kişiye satması hâlinde, diğer paydaşlar önalım hakkını kullanabilirler” hükmünü içermektedir. Madde gerekçesinde ise: “Maddede paylı mülkiyette herhangi bir paydaşın kendi payını ister tamamen ister kısmen bir başkasına satması hâlinde, diğer paydaşların önalım haklarını kullanabilecekleri öngörülmüştür. Bu suretle, önalım hakkının, bir payın üçüncü kişiye tamamen veya kısmen satılması durumunda da kullanılabileceği vurgulanmıştır” ifadelerine yer verilmiştir. Anılan düzenlemede önalım hakkının açık bir tarifi yapılmamakla birlikte temel prensibin mülkiyet serbestisi ve tasarruf yetkisi olduğu gözetilerek paydaşın temlik hakkı sınırlandırılırken bu sınırlandırma sınırlı tutularak sadece satım akitleri için önalım hakkı öngörülmüştür.

18. Bu husus yukarıda içeriği açıklanan 20.06.1951 tarihli ve 5/13 sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararında da benimsenmiş; kararın gerekçesinde, taşınmaz mülkiyetinin takyitlerinden olan kanuni önalım hakkının taşınmazda hisse sahibi bulunan şahsa, diğer bir kimsenin payının üçüncü kişiye satılması hâlinde o hisse müşteriye neye mal olmuş ise o miktar ile ve belli bir süre içinde satın almak yetkisini veren ayni bir hak olduğu ifade edilmiştir.

19. Açıkça görüldüğü üzere kanuni önalım hakkından söz edebilmek için paylı mülkiyet hükümlerine tabi bir taşınmazdaki payın üçüncü şahsa satılması gerekmektedir. Önalım hakkının konusu pay satışıdır.

20. Gerçek bir satışın konusu olmayan, satım niteliğinde olmayan pay temliklerinde yasal önalım hakkı doğmayacaktır. Önalım hakkının payın satışındaki şartlar dâhilinde kullanılması gerektiğinden, payı paradan başka bir karşılıkla iktisap edenlerden, onu, aynı şartlarla yerine getirmek suretiyle temellük etmeye imkân bulunmamaktadır. Örneğin temlikin hibe şeklinde olması hâlinde, hibede bir malın bedelsiz olarak üçüncü kişinin mülkiyetine geçirilmesi amaçlandığından önalım hakkı kullanılamayacaktır. Zira önalımda, önalım hakkını kullanan kişinin payı satın alana ödemekle yükümlü olduğu bedel hibede mevcut değildir, önalım hakkını kullananın hiçbir bedel ödemeden payın kendisine devrini istemesi mümkün değildir.

21. Özetle ifade edilecek olursa, yasal önalım hakkı paylı mülkiyet hükümlerine tabi taşınmazlarda bir paydaşın taşınmaz üzerindeki payını kısmen veya tamamen üçüncü bir kişiye satması halinde diğer paydaşlara bu satılan payı öncelikle satın alma yetkisi veren yenilik doğurucu bir haktır. Bu hak paylı mülkiyet ilişkisi kurulduğu anda doğar ve satışın yapılmasıyla kullanılabilir hale gelir. Önalım hakkı alıcıya karşı ancak dava açmak suretiyle kullanılır.

22. Diğer taraftan davalının, taşınmazda “fiilitaksim” bulunduğunu ileri sürmesi nedeniyle bu kavram hakkında da açıklama yapılmasında yarar vardır.

23. 4721 sayılı TMK’da paydaşlar arasında fiilitaksim hususu düzenlenmediği gibi önalım hakkının kullanımına olan etkisine dair bir düzenleme de bulunmamaktadır. Bu kavram uygulamamıza Yargıtay içtihatları ile girmiştir. Yargısal içtihatlarda yapılan tanıma göre paydaşlar arasında fiilitaksim bulunduğu taktirde önalım hakkının kullanılmasının dürüstlük kurallarına aykırı olduğunun kabul edilebilmesi için, yasal önalım hakkına konu payın ilişkin bulunduğu bir taşınmazın varlığı, bu taşınmazın, paydaşlarca kendi aralarında taksim edilmesi ve davacı ve davalıya pay satan paydaş (paydaşların) taşınmazın belirli bir kısmını kullanması gerekli ve yeterlidir.

24. Paydaşlar arasında fiilitaksim bulunması hâlinde yasal önalım hakkının kullanılamayacağına dair bir yasa hükmü bulunmasa da, taşınmazda fiili bir kullanma biçimi oluşmuş, uzun süre de paydaşlar bu durumu benimsemişlerse kayıtta paylı, eylemli olarak bağımsız bu oluşumun korunması, TMK’nın 2. maddesinde tanımını bulan dürüstlük kuralının gereğidir. Zira TMK’nın 2. maddesinde herkesin haklarını kullanırken ve borçlarını ifa ederken dürüstlük kurallarına uyması zorunluluğu getirilmiş, uyulmamasının yaptırımı olarak da hakkın kötüye kullanılmasının hukuk düzeni tarafından korunmayacağı belirtilmiştir. Bilindiği üzere hakkın açıkça kötüye kullanıldığı tüm hâllerde dürüstlük kuralına da aykırılık söz konusudur. Fiilitaksimin hukuki dayanağını da TMK’nın bu maddesi oluşturmaktadır (Tunaboylu, M.: Önalım (Şuf’a) Davaları, 4. b., Ankara 2008, s.440).

25. Nitekim öğretide paylı mülkiyette fiilitaksim durumu Yargıtay kararlarından bağımsız olarak tanımlanmamış olup yalnızca yasal önalım hakkının dürüstlük kuralına aykırı kullanımlarından biri olarak nitelendirilmiştir (Köylüoğlu, E.: Önalım Davası (Yayınlanmamış Doktora Tezi), Ankara 2011, s. 94).

26. Bu doğrultuda, önalım davasına konu payın bulunduğu taşınmazda paydaşlar arasında fiilitaksim yapıldıktan sonra, bunlardan biri kendisinin kullandığı yeri ve bu yere tekabül eden payı bir üçüncü şahsa satarsa, aynı taşınmazda farklı bir bölüm kendisine bırakılan ve satıcı zamanında bu yerde hak iddia etmeyen davacının tapuda yapılan satış nedeniyle önalım hakkını kullanması TMK’nın 2. maddesinde yer alan dürüst davranma kuralı ile bağdaşmaz. Kötü niyet iddiası 14.02.1951 tarihli ve 17/1 sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararı uyarınca davanın her aşamasında ileri sürülebileceği gibi mahkemece de kendiliğinden nazara alınması gerekir.

27. Yapılan açıklamalar ışığı altında somut olaya gelince; çekişmeli 597 parsel sayılı taşınmazın 05.05.1987 tarihinde tarla vasfında davacılar murisi … adına tescil edildikten sonra 16.08.1996 tarihinde 1/5 hisseli olarak mirasçılarına intikal ettiği, dava dışı paydaş …’a (…) isabet eden hissenin 10.03.2008 tarihinde dava dışı …’e, … tarafında da 26.05.2009 tarihinde davalı …’ye satıldığı, taşınmazda hissedar olan davacılar tarafından 15.06.2009 tarihinde önalım hakkına dayalı olarak eldeki davanın açıldığı anlaşılmaktadır.

28. Mahallinde 18.06.2010 tarihinde yapılan keşif sonucu düzenlenen 28.06.2010 havale tarihli fen bilirkişi raporuna ekli krokide (A) ile işaretli bölümün Mehmet…’un, (B) ile işaretli bölümün… ve……’un, (C) ile işaretli bölümün …’un (davacı), (D) ile işaretli bölümün …’un (davacı), E harfi ile işaretli bölümün……’un kullanıma bırakıldığı, (E) ile gösterilen yerde nar bahçesi bulunduğu, taşınmazda harici taksime ilişkin demir kazıkların görüldüğü belirtilmiştir. Keşif sırasında dinlenilen mahalli bilirkişi ve davalı tanıklarının, hissedar …’ın (…) kendisine düşen bölümü dava dışı …’e sattığını, … tarafından bu bölüme nar ağaçları dikildiğini ve nar ağaçları dikili kısmın davalıya satıldığını beyan ettikleri, davalı tanığı …’ın (…), taşınmazın kardeşler arasında paylaşıldığını, kendisine nar ağaçları dikili olan bölümün düştüğünü, paylaşıma ilişkin kazıkların çakıldığını, kazıklar çakılırken …’nın bulunmadığını ancak rızasının bulunduğunu ifade ettiği, yine davacı vekilinin de keşif sırasında, herhangi bir paylaşmanın söz konusu olmadığını belirttikten sonra “paylaşım sırasında … burada yoktur” beyanının …’ın (…) “kazılar çakılırken … yoktu ancak … da razıydı” şeklindeki beyanı ile örtüşmesi karşısında davalı tarafından sunulan harici taksim krokisinin doğrulandığı ve taşınmazda fiilitaksimin yapıldığı anlaşılmaktadır. Öte yandan, Antalya’da oturan davacıların, Kumluca’da bulunan çekişmeli taşınmazın bir kısmına dava dışı … tarafından nar ağaçları dikildiğinden haberdar olmamaları da hayatın olağan akışına uygun değildir.

29. O hâlde, dosya kapsamından taşınmazda fiilitaksimin mevcut olduğu ve davalının payını nar bahçesi hâline getirerek kullanan paydaştan satın aldığı, bu nedenle de davacıların ön alım hakkını kullanmalarının dürüstlük kurallarına (TMK m.2) aykırılık oluşturacağı kabul edilmelidir.

30. Hukuk Genel Kurulunda yapılan görüşmeler sırasında; davacılar tarafından ön alım hakkına dayalı olarak açılan eldeki davada, davalının savunmasına konu fiilitaksim olgusunun dosya kapsamında yer alan delillere göre ispatlanamadığı, davalı tarafından sunulan harici taksim krokisinde mirasçıların imzalarının bulunmadığı gibi ziraat bilirkişi raporu içeriğine göre taşınmazda savunmaya konu paylaşıma uygun bir kullanımın da mevcut olmadığının anlaşıldığı, bu yönlere değinen yerel mahkeme kararının usul ve yasaya uygun olduğu ileri sürülmüş ise de, bu görüş yukarıda açıklanan nedenlerle Kurul çoğunluğu tarafından benimsenmemiştir.

31. Hâl böyle olunca; yerel mahkemece Hukuk Genel Kurulunca da benimsenen Özel Daire bozma kararına uyulmak gerekirken, önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırıdır.

32. Bu nedenle direnme kararı bozulmalıdır.

IV. SONUÇ:

Açıklanan nedenlerle;

Davalı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile direnme kararının Özel Daire bozma kararında açıklanan nedenlerden dolayı 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun Geçici 3. maddesine göre uygulanmakta olan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 429. maddesi gereğince BOZULMASINA,

İstek hâlinde temyiz peşin harcının yatırana geri verilmesine,

Aynı Kanun’un 440. maddesi uyarınca kararın tebliğinden itibaren on beş gün içerisinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere 10.11.2020 tarihinde oy çokluğu ile karar verildi.

Akhisar gayrimenkul avukatı, Akhisar tapu avukatı, Akhisar miras avukatı, Tapu İptal Tescil Davası avukatı Akhisar/Manisa

1 2 3 4 6
Konuşmayı Başlat
Whatsapp
Merhaba
Size nasıl yardımcı olabiliriz?